İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Küresel terör ve sol

Etyen Mahçupyan

Tüm dünyayı bir ‘savaş alanı’ olanı olarak algılayan şiddet eylemcileri, kendi Müslüman kimliklerini dünyayı ahlakçı temeller üzerinde kuracak bir ‘öz’ olarak görürken; modernliği de insanlığın geçici bir yozlaşması olarak tanımlamaktalar.

Çare olarak yeniden dine işaret etmeleri onları birçokları için ‘premodern’ kılmakta… Ama onlar günlük hayatları ve meraklarıyla aynı zamanda modernitenin çocukları olmakla kalmıyor; modernliği bir bütün olarak karşılarına aldıkları ölçüde ‘postmodern’ bir siyaset kulvarı oluşturuyorlar. Söz konusu siyasetin insan hayatını hiçe sayan şiddeti bugün haklı olarak tepki çekmekte. Müslümanlığın bir ideoloji olarak kullanılması ise, özellikle Batı’da yüzeysel bir ‘medeniyet savaşı’ söylemi üretmekte… Ama yaşadığımız anı anlamak açısından belki biraz daha geniş açıyla bakmamız lazım: Küresel şiddet eylemcilerinin İslami dilini bir yana bırakırsak acaba karşımızda nasıl bir siyaset bulunmakta? Birincisi şahıslara değil, yapıya, yani düzene karşı çıkan bir siyasi tavırla karşı karşıyayız. Amaç parçalı değil, küresel bir değişimin tetiklenmesi. İkinci olarak evrenselci bir yaklaşım bu… Tüm insanlığın kurtuluşunu hedef alan, ‘herkes için’ yapılan bir eylem. Üçüncüsü, eşitlikçi bir itiraz serdedilmekte. Batı’nın tüm dünyayı hegemonik kıskaca almasına karşı ortaya konan bu hakkaniyet arayışı, ekonomiden siyasete tüm alanları kuşatmakta. Nihayet dördüncü olarak karşımızda ahlakçı bir tavır var. Yürütülen siyasetin meşruiyeti, modernliğin gayri ahlaki ve insanlık açısından gayri meşru yaptırımlarına dayandırılmakta.

Dolayısıyla eğer itirazın İslami tonunu arka planda tutup hangi ideolojik kriterleri öne çıkardığına bakarsak, epeyce tanıdık bir söylemle yüz yüze geliyoruz. Evrenselci, eşitlikçi ve ahlakçı bir değişim talebi, bir düzen değişikliği siyaseti bu… Kısacası ideolojik olarak ‘sol’ bir yaklaşım. Şiddet kullanımı ayırıcı bir nokta olmak bir yana, belki Müslüman kimlikli küresel terörü daha da sol kılmakta. Çünkü özellikle Leninist okumanın, çatışmayı ve güç kullanımını doğallaştıran bir siyaseti ima ettiği açık. Bu otoriter yaklaşımın eylemi yücelten, başarılı eylemi bizatihi ‘haklı’ sayan yönünü de unutmamak lazım. Günümüzün küresel teröristi belki ideolojisini İslamiyet içinde bulduğunu sanıyor; ama onun yaptığı Leninist bir sol eylemciliğin İslami dil içinde kimlikleşmesinden ibaret. Nitekim Batı eleştirisinin hâlâ klasik ’emperyalizm’ söylemi içinde sürdürülmesi, söz konusu yatkınlık ve geçişliliğin ne denli doğal olduğunu ortaya koymakta.

İronik olan, dinsel kimlikli sol eylemciliğin, tam da ‘modern sol’ çökmüşken ortaya çıkması. Devletçiliğin, plancılığın ve merkeziyetçiliğin gözden düşmesi, yani otoriter zihniyetin meşruiyetini kaybetmesi solun siyasi alanını daraltırken; aynı ilkeleri savunan şiddet siyaseti bugün solun daha da kabuğuna çekilmesine neden oluyor. Çünkü sol hâlâ modern… Ve modern kaldığı sürece liberalizme alternatif olma şansı yok. Dolayısıyla mesele hem modernliğin dışında duran, hem de şiddeti dışlayan bir solun üretilmesidir. Modernliğin dışında durmak ise bir zihniyet değişimini ima etmekte… Solun, kendisini, ‘yıkan’ değil, konuşan ve dokunan bir siyasi kültür olarak geliştirmesi gerekiyor. Anlama faaliyetinin ancak ‘birbirini anlama’ biçiminde yaşanabileceğinin farkında olan bir bakış… Birlikte sorun çözebildiği ölçüde, yan yana değil birlikte yaşamayı hedefleyen bir yaklaşım. Küresel dünyada şiddeti gayri meşru kılacak ve onu gerçekten durduracak başka bir fırsat gözükmüyor. Böyle bir solun otoriter laiklikle hiçbir ilgisinin olmayacağı, farklı kimlikleri siyaseten bütünleştirdiği oranda anlam kazanacağı ise açık…

Yorumlar kapatıldı.