İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

AB de sınırsız ifade özgürlüğünü tanımaz

İsmet Giritli

04 Ekim 2005 Salı

2004 yılının Aralık ayında bir İsviçre gazetesi ile yapılan röportaj esnasında “Türkiye’de 30.000 Kürt ve 1 milyon Ermeni öldürüldü”ğü açıklamasını yapan yazar Orhan Pamuk hakkında ‘Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama’ kenar başlıklı TCK’nın 301. maddesine dayanılarak, hakkında ceza davası açılması üzerine, AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi Olli Rehn’in açılan davanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’ne aykırı bulduğunu, İngiliz The Daily Telegraph gazetesine konuşan Pamuk’un ise hakkında açılan davanın Türkiye’nin henüz AB’ye hazır olmadığı tarzında bir beyanda bulunduğunu medya haberlerinden öğreniyoruz.

Hukuktan nasibini alan herkesin bildiği ve teslim edeceği üzere ‘Düşünce Özgürlüğü’nün sınırsız olmasına mukabil, ‘Düşünceyi İfade Özgürlüğü’ birtakım sınırlamalara tabidir. Nitekim düşünceyi açıklama özgürlüğünü düzenleyen AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrası da ne gibi nedenlerle bu özgürlüğün sınırlanacağını ve cezalandırılabileceğini düzenlemiş bulunmakta, Anayasamızın ‘Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti’ kenar başlıklı 26. maddesi düşünceyi ifade özgürlüğünün hangi esaslara göre sınırlanabileceğini göstermektedir.

Denilebilir ki, düşünceyi açıklama özgürlüğü iki çeşit sınırlama ile karşı karşıyadır. İlki, kişiyi korumaya yönelik sınırlamadır. Burada haysiyet, onur, özel hayatın gizliliği, güvenliği ve benzeri değerler söz konusudur. İkincisi ise, kamuoyu ve devleti korumaya yöneliktir. Nitekim Anayasamızın 26. maddesi Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyetlerinin kullanılmasının millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, gereğine uygun olarak sınırlanabileceğini ifade etmekte ve yukarda zikrettiğimiz Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi Türklüğü, Cumhuriyeti, devletin kurum ve organlarını aşağılamayı ‘Suç’ saymaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki savcı, Orhan Pamuk’un beyanlarını bu maddenin kapsamı içinde görerek Pamuk hakkında ceza davası açmış, yani takdirini bu yönde kullanmıştır. Bu konuda sayın Pamuk savunmasını yapacak ve kararı bağımsız mahkeme ve yargıçlar verecektir. Hal böyle iken, şimdiden bir kaşık suda fırtına çıkarmanın, AB sorumlularının beyanlarındaki gibi, duruşmanın 16 Aralık’taki AB Zirvesi ile aynı güne tesadüfen derk gelmesini ‘Bir provokasyon’ olarak adlandırmanın gayretkeşliğini anlamakta güçlük çekiyorum.

Kaldı ki, mahkemenin kararı Pamuk aleyhine çıktığı takdirde, bu karara karşı üst kanun yolları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yapmak yolu da açık değil midir?

NOT: 17 Aralık 2004’te Türkiye’nin AB’ye eşit şartlarla tam üyeliğini kabul eden Avusturya’nın, 3 Ekim 2005’te bu tutumundan vazgeçme gücünü nereden ve kimlerden aldığı merak konusudur! Irkçı ve fanatik bir zihniyetin kalıntısı olan bu ayrımcılığı Türkiye’nin kabul etmesi beklenemezdi. Nitekim öyle de olmuş ve Türkiye başta Avusturya olmak üzere AB üyelerini tarihî sorumlulukları ile baş başa bırakmıştır. Bu tarihî sorumluluğun gereğinin son anda idrak edilip edilmeyeceğini ise bize ancak 3 ekim gününün geriye kalan sayılı saatleri gösterecektir.

Yorumlar kapatıldı.