İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Sonunda Akçam’ı savunmaya karar verdim

Kürşat Bümin

Yazının başlığında ne demek istediğimi biraz daha açayım önce: Madem ki bazı kalemler Taner Akçam’ı “günah keçisi” yapmaya karar verdiler, o halde ben de Konferans’ta kendisine yönelttiğim eleştirileri paranteze alıp Akçam’ı savunmaya çalışacağım.

İsterseniz önce konuya ilişkin olarak Konferans’ta olup biteni aktarayım:

Konuşmacılarından birisi olduğum İsmet Berkan’ın yönettiği oturum “Basın özgürlüğü ve Ermeni sorunu” başlığını taşıyordu. Söz sırası bana geldiğinde dikkat çekmek istediğim iki konu şu idi: 1- Oturumun konusu doğru seçilmemişti, çünkü Türkiye’de Ermeni sorununundan söz edilmemesi “basın özgürlüğü”nün özürlü olmasından değil, basının bu işe gönüllü olmamasından kaynaklanıyordu. 2- Basının Dışişleri (devlet) çıkışlı “Sözde Ermeni Soykırımı” ifadesini gönüllü olarak kullanması “Türk medyası”nın kendisine özgü bir “terminoloji” oluşturamamasının bir deliliydi. Çünkü “Türk medyası” (genelinde tabii ki) cumhuriyet döneminde, Batı Ortaçağı’nda “felsefenin teolojinin hizmetçisi kılınması”nı hatırlatır bir biçimde “devletin hizmetçisi” rolünü gönüllü olarak üstlenmişti.

Daha sonra “basın özgürlüğü” ile ilgili olmayan bir konuya daha girdim: Taner Akçam’ın “Ermeni tehciri” adı verilen ve insanlığa karşı suç özelliliği taşıyan kıyımı-katliamı “soykırım” olarak nitelerken sıraladığı deliller arasında gözlenen tutarsızlık. Bana göre, Akçam’ın Ermeni Tehciri’ni “Holokost”un benzeri bir soykırım olarak takdim etmesi yanıltıcıydı, çünkü Tehcir “eski cinayetler” faslına sokulması gereken “alaturka” bir kıyımdı. Ayrıca Akçam’ın bu yöndeki ısrarının meselenin Türkiye’de olması gerektiği gibi tartışılması ve anlaşılması yönünde en ufak bir faydası da yoktu. 1915’te iktidarı elinde tutan grubun ülkeyi “gayri Türk” unsurlardan temizleme kararı alması yeni yeni yeşeren milliyetçiliğin-şovenizmin bir tezahürü olarak görülebilirdi ama bunun adı “Holokost” benzeri bir soykırım değildi. Tamam, 1915 faciası gerek Birleşmiş Milletler’in Soykırım Sözleşmesi gerekse daha dün yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nun “soykırım”a ilişkin maddesi esas alındığında tarife tıpa tıp uyuyordu; ama adlandırma işi için bu hukuk metinlerinin dışına çıkmak, ortaya felsefi bir gayret koymak mutlaka gerekliydi.

Evet, söylediklerimin özeti aşağı yukarı böyleydi… Nitekim bu sözlerim bazı haber organlarınca “Kürşat Bumin de soykırım sözcüğünü reddetti” şeklinde (sevinçle!) aktarıldı.

Neyse, Konferans bitti ve Taner Akçam’la el sıkışarak ayrıldık. Ama Konferans’ın üzerinden bir iki gün ancak geçmişti ki Akçam’ı Konferans’ın “günah keçisi”ne dönüştürmeye çalışan bazı yazılarla karşılaştık. Sanırsınız ki Konferans’ta Akçam ve “birkaç fanatiğin dışında” hemen herkes “soykırım” meselesinde hemfikirdi. “Birkaç fanatiğin dışında” ifadesini Taha Akyol’un yazısından aktarıyorum. Akyol şöyle yazıyordu: “Evet iyi oldu. Taner Akçam gibi birkaç fanatiğin dışında, kimse soykırım nitelemesi yapmadı, birçok konuşmacı ‘Soykırım değildir’ dedi.”

Ne güzel, “Birkaç fanatiğin” bildirisini göz önüne almazsak her şey yolundaydı… Konferans’ın “Türk tezi” açısından hayırlı olduğunu bile söyleyebilirdik!

Su çerçevede Radikal’den Haluk Şahin’in peşpeşe yayımladığı “Taner Akçam’ın kandırmacıları” başlıklı iki yazısını da hatırlayalım. Şahin, “kandırmaca” sözcüğünü “Safsata, mantık kurallarına aykırı şey” anlamında kullandığını belirtse de, Taner Akçam’ın Tehcir’e “soykırım” diyerek Konferans’ın keyfini kaçırdığını anlatıyordu. “Soykırım” suçlaması Halil Berktay’dan başlayarak dışlanmışken, Akçam’ın “kandırmaca”ya dayalı ısrarları da olmasa sonuç ne güzel olurdu… Güzelim Konferans’ın tadı kaçmıştı…

Biliyorsunuzdur, Taner Akçam bugüne kadar bu eleştirilerin çok daha ağırlarıyla da karşılaştı. Ermeni sorununa ilişkin yirmi yıla yakın bir süredir sürdürdüğü araştırmaları nedeniyle bugüne kadar hakkında neler söylenmedi ki? Ne “Ermeni lobisinin yeni kuklası” olması kaldı, ne “Alman gizli servisi tarafından devşirildiği”. Kendisinden “Hamburg İncelemeler Enstitüsü’de yüksek maaşla çalışan” birisi olarak söz edenler az değildi. Bu suçlamalar arasında “Günümüzde Avrupa’nın PKK hareketi için aldığı kararların arkasında Taner Akçam gibi güçler yer alıyor” şeklinde PKK yayın organlarında yer alanlar da vardı. Yakın zamanda bir profesörümüz “Taner Akçam ile düzenlenen ‘şeyin’ bilimsel toplantı değil, ancak başka bir şey olabileceğini” yazıyordu.

Toparlayacak olursak: Taner Akçam -“soykırım” konusundaki düşüncelerine katılmasam da- Türkçe okuyan okurlara Tehcir’e ilişkin temel bilgileri en etraflı biçimde aktaran ilk araştırmacıdır. Bu konuda ortaya koyduğu çalışmaları tabii ki takdirle karşılamalıyız. “Teşhis ve tedavi”de aynı terimleri kullanmıyoruz-önermiyoruz diyerek Ermeni Tehciri konusunda şu kadar yıldır önce Almanya, sonra ABD’de araştırmalar yapıp yayınlayan bir araştırmacının “günah keçisi” konumuna itilmesine -sizi bilmem ama- ben razı değilim. Ayrıca, Tehcir’in “soykırım” olarak nitelenmesine katılmasak da bu tezi savunanları da dinlemeyi, anlamaya çalışmayı öğrenmemiz gerekmiyor mu?

Yorumlar kapatıldı.