İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Son yıllarda bu kadar müspet tepki almadım

Sefa KAPLAN

Bekir Coşkun’un salı günkü yazısı ‘Ermeni meselem’ başlığını taşıyordu ve Hürriyet yazarı, köşesinde ilk kez üvey anneannesinin Ermeni olduğunu açıklıyordu.

Coşkun, ‘Biraz büyüdükten ve gerçeği öğrendikten sonra anneannemizin gözlerindeki o hüznü daha iyi anlamıştım’ diyor ve şöyle devam ediyordu: ‘Dimdik duran o güzel kadının, zaman zaman niye boynunu büktüğünü, beni ve küçük kız kardeşimi severken, kimi zaman niçin gözlerinin buğulandığını, yüzünde asla gizleyemediği o kırgınlığı artık görmüştüm.’ Coşkun, konuyla ilgili sorularımızı cevaplandırdı.

Ailenizde bir Ermeni’nin bulunduğunu ilk kez ne zaman öğrendiniz?

– Sanırım lisenin ilk yıllarıydı.

Daha önce Ermenilere dair, kulaktan da dolma olsa bir bilginiz var mıydı? Anneannenizin Ermeni olduğunu öğrenince neler hissettiniz?

– Urfa Ermenilerin yoğun yaşadığı bir şehirdi. Ama biz yetiştiğimiz zaman iki Ermeni kalmıştı. Birisi çok küçük bir adamdı ve küçük olduğu yetmiyormuş gibi ayakları da yoktu. O keman kutusu büyüklüğünde bir arabaya binerdi. Arabasını da keçi büyüklüğünde bir eşek çekerdi. Müzisyendi. Benim tanıdığım, hatırladığım tek Ermeni oydu. Ama üvey anneannemin Ermeni olduğunu öğrendiğimde, bütün Ermenileri tanımıştım sanki.

Anadolu’da anneanneniz gibi 300 bin kadın bulunduğu söyleniyor. Bunların açıklanması, sorunun çözümüne katkıda bulunabilir mi?

– 300 bin rakamını ben de duydum. O zaman her kadın üç-beş çocuk doğurmuşsa, onların da çocukları, yani kadınların torunları, hatta torunlarının torunları da varsa… Bu birkaç milyon eder ki, birkaç milyonun Ermenilerle kan bağı var sayılır. Bunların açıklanması hoş olur, uygarlık belirtisidir, o kadar…

Anneannenizin gözbebeklerine işlemiş hüzün konusunda hiç konuştunuz mu kendisiyle, konuştuysanız neler anlattı?

– Hiç konuşmadım. Ama konuşanlardan duymuştum, Gümüşhane civarında bir köyleri varmış. O köyü yakmışlar. Sanırım bir kız kardeşinin yanan evdeki pencerede alev alışını unutamamış ve bunu rüyalarında gördüğünü söylermiş.

Yazınızdan, aile içinde anneannenize büyük saygı gösterildiği anlaşılıyor. Buna rağmen bütün bu sorunlar nasıl yaşandı sizce?

– Benim ailem Urfa’nın büyük ailelerinden birisidir. Bütün fertleri okumuş, kültürlü insanlardır. Bizim ailemizde hoşgörü, sevgi, dostluk öndedir. Ben anneannemin hesabını sormak isterim derken, elbette Türkiye’nin zayıf günlerinde ayaklanan, İngilizlerin oyununa gelen Ermeni çetelerini de kastettim. Bu günah tek yönlü değil. Bir cinnet ve çok tarafı var.

Siz neden ve hangi duygularla bunu şimdi açıklamaya karar verdiniz?

– Aslında yeni açıklıyorum değil. Daha önce de üniversitelerdeki söyleşilerde olsun, dost sohbetlerinde olsun anlatırdım.

Yazı yayımlandıktan sonra ne gibi tepkiler aldınız?

– Çok olumlu tepki aldım. Son yıllarda hiçbir yazıma bu denli müspet tepki gelmemişti. Bunun nedeni toplumdaki değerlerin değişmekte olduğu da olabilir, insani duyguların giderek güçlenmesi de, benim böyle bir yazıyı yazarken başka amacımın olmadığını bilmeleri de olabilir.

İyi ki yazmışım

Bu yazıyı yazmanızda Ermeni Konferansı’nın herhangi bir etkisi oldu mu?

– Biz tarihte olup-bitenlere bakarak sorunu çözemeyiz. Belgeler, kitaplar, kanıtlar, mezarlar, kemikler… Tüm bunlar sorunu çözmek yerine yaralarımızı acıtır. Bunun yerine yüreklerimizi dinlemeliyiz. İşte burada ‘Bizim Ermenilerimiz’ önem kazanır. Çünkü orada sevgi, duygu vardır ve sorunu çözmemiz kolaylaşır. Kiminle konuşsanız yurtdışında olsun, bu ülkede olsun bir Ermeni ile duygu yüklü, sevgi saçan anılar dinlersiniz. Yani herkesin bir Ermenisi vardır. Ama iş konferanslara, tartışmalara, tarihe, siyasete döküldüğü zaman ‘Ermenilerimiz’ yok olur, kin ve nefret başlar. Ermeni Konferansı’nda sorunun çözülmesi bir yana işin daha da keskinleşmesi karşısında ben o yazıyı yazdım. İyi de yapmışım.

Yorumlar kapatıldı.