İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Apo´ya neden `Kürt dölü´ değil de `Ermeni dölü´ deniyor?

“Türk’ün zehirli kanını boşaltın” diye yazmadım. “Türk’ün dışlanmasıyla boşalacak o zehirli kan yerine Ermeni kimliğini doldur” dedim. Ermeni’nin kendi kimliği ile uğraşmasını, Türk’e öfke duymamasını söylüyorum. Azınlık psikolojisinin tarihsel bir alt yapısı vardır. Ortada hiçbir şey yokken bile o psikoloji kendisini hissettirir. Çocuk sokağa çıkarken “mama” değil “anne” demeyi öğrenir. Çünkü biz bir yere gitmek istemiyoruz, burası bizim vatanımız

02.10.2005

* Ermeni Konferansı’nın son gününde yaptığınız konuşma büyük yankı buldu ve gazetelere “Hrant Dink’in konuşması salonu ağlattı” şeklinde yansıdı. Bazı çevrelerce “tu kaka” edilen Hrant Dink bu konuşmadan sonra nasıl “benimsenen” bir duruma geldi?

Söylediklerim galiba doğru anlaşıldı. Hürriyet’te Bekir Coşkun bir yazı yazdı. Onu okuduktan sonra “Başardım bu işi” dedim. Coşkun ile aynı ruhu yakaladığımızı sanıyorum. Coşkun ilk kez anneannesinin bir Ermeni olduğunu yazdı. Ben de ona duygulandım. Karşılıklı terapi bu.

* Bunu ilk kez mi yazıyor Bekir Coşkun?

Sanıyorum ilk kez…

* Ama sayfayı çevirince yine Emin Çölaşan’la karşılaşıyoruz aynı gün. Açmış ağzını yummuş gözünü.

Gazetenin balans ayarıdır belki de. Yıllardır aşırı Ermeni milliyetçilerle, aşırı Türk milliyetçilerin aslında birbirlerini beslediklerini söyledim. Bu meydan onlara bırakılmayacak kadar hayati bir yer. Çünkü bizim ve çocuklarımızın geleceğini belirleyecek. Hem Ermeniler’in hem Türkler’in… İkiz ruhlarız diyorum ben. Çünkü benim bir yarım Türkiyeli bir yanım Ermeni. Ben her iki tarafın ruh halini kendi içinde yaşayan biriyim. Herkes bunu bir handikap olarak görüyor, oysa ben bunun bir şans olduğunu biliyorum. Diaspora’daki Ermeniler’in kafasındaki Türk, onların bıraktıkları noktadaki Türk. Onlar için bu Türk imajı hiç değişmeyecek. Bizim onlardan farkımız burada birlikte yaşıyor olmamız. Bu toplumda iyi insanlar da var, ön yargılı insanlar da. Biz iyi insanlarla yaşarken tedavi oluyoruz. Diaspora’daki Ermeniler bu şanstan, tekrar Türklerle beraber olmak şansından yoksun. Eğer bu şansı yakalarlarsa sağlıklı bir ruh haline kavuşacaklar.

* Acaba hem Diaspora hem de Türkiye’deki bir kesim tarafından topa tutulmanızın nedeni bu söylemleriniz mi?

Diaspora’nın bütününü kastetmeyelim, içindeki aktivistler bu sorunun milliyetçi reflekslerle çözüleceğini düşünüyor. Türkiye’ye bakınca Ermeni meselesi konusunda topluma bir tarih anlatıldı. Resmi tarih, yeni ve farklı bilgilerin var olabileceğini topluma anlatamaz. Çünkü tarih dediğiniz şey toplumun kimliğini yaratan olaylardan biri. Resmi tarih kendi kimliğine: “Şurasını farklı yazmışız biraz düzeltelim, siz de burasını biraz düzeltin”
diyemez. Çünkü o zaman toplum bir kimlik
bunalımına girer ve sorgulamaya başlar; “Acaba
benim kimliğimin başka hangi tarafları da doğru
değil” diye. Bu nedenle söylediğinde ısrar etmeli. Bu kimliği harekete geçirmek için örneğin Apo’ya “Ermeni dölü” diyor. Neden “Kürt dölü” değil de “Ermeni dölü?” Ermeni dölünün Türk kimliğinde ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlar. Çünkü o anlamı kendileri yarattılar.

* Bu anlam bilerek mi yaratıldı?

Belki de o günün şartları içinde başka çıkar yol yoktu. 1915’de yaşanan olaylardan sonra önce bunu unutmak, üzerini kapatmak gibi bir eğilim vardı. Bu Ermeniler için de böyleydi. Ama bugün kimliklerimizin dibine çökmüş rahatsızlıklarla baş etmeden rahat edemeyeceğimizi görüyoruz. O günkü gerçeği öğrenmeye çalışıyoruz.

* Bir Ermeni olarak çocukluğunuzda ya da gençliğinizde kişisel bir rahatsızlık hissettiniz mi?

Azınlık psikolojisinin tarihsel bir alt yapısı vardır. Yaşadıkça kendini katlayan bir psikolojidir bu. Gün gelir ortada hiç bir şey yokken bile o pisikoloji kendisini hissettirir.

* Şuur altına yerleşmiş bir duygu diyorsunuz…

Tamamen öyle. Benim gençliğim Asala dönemine rastlar. O dönem Türkiye’deki Ermeniler başımız eğik dolaşırdık. İlhan Selçuk’un bir yazısı vardı. Cağaloğlu Yokuşu’ndan çıkarken Mihran Efendi diye bir tanıdığının başının eğik olarak yürüdüğünü görmüş ve bunun üzerine “Eğme başını Mihran Efendi” diye bir yazı yazmıştı. Hiçbir yerden bir baskı yoktu ama rahatsızdık.

* Bunu da söyleyemiyordunuz?

Bunu söyleyemiyorduk ama söyleyenler de bizim istediğimiz gibi söylemiyorlardı. Mesela bir Ermeni çıkıp “Alçak Diaspora, biz burada çok rahatız” gibi laflar ediyordu. Ama gerçeğimiz bu değildi.

* Neydi sizin gerçeğiniz?

Farklı bir pisikoloji içersindeydik çünkü bize hep farklı olarak bakılmıştı. 1915’in acısını üzerinden atmışsın. Atatürk döneminde normal bir vatandaş gibi yaşamışsın… Sağlıklı bir noktaya girmek üzeresin… Bir sabah bir kalkıyorsun, sırf azınlık olduğun için devlet senin malına mülküne vergi adı altında el koymuş. Vermezsen sürülüyorsun… Aradan on beş yıl geçiyor… 6-7 Eylül’de, bir gece içinde İstanbul’daki azınlıkların evleri, dükkânları yağmalanıyor. “Eyvah” diyorsun. “Hiç bir şey değişmemiş.” Azınlık psikolojisi öyle kendiliğinden oluşan bir şey değil. Azınlığın kendisini güvensiz hissetmesi kadar doğal bir şey olamaz. Çocuk sokağa çıkarken “mama” dememeyi öğrenir, Ermenice konuşmamaya çalışır. Ama herşeye rağmen biz bir yere gitmek istemiyoruz çünkü burası bizim ülkemiz ve vatanımız. Ve bu duygumuz iyi algılanmalıdır. Bu algılanırsa, bize artık “bizim Ermeniler” demeyeceklerini, “biz” diyeceklerini hissederiz.

* Bu arada bir yazınızdan dolayı yargılanıyorsunuz.

Bu çok büyük bir haksızlık. O yazıda Ermeni dünyasına sesleniyorum. Diyorum ki; “Senin kimliğini belirleyen olgu artık Türk olgusu. Sen kendi kimliğini artık Türk’ün varlığına göre biçimlendirmiş durumdasın.”

* Ermeni dünyası dediğiniz?

Diaspora genellikle. Yani Türk’e öfke duyan dünyaya. “Bu sağlıklı bir hal değil” diyorum. Sen eğer kendi kimliğini ötekine göre bağlayacaksan, bu seni kurtarmaz. “Seni zehirleyen bu kanı dışarı at” diyorum.

* Sözünü ettiğiniz şu cümle şöyle: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur. Yeter ki bu mevcudiyetin farkında olunsun…”

“At bu zehirli kanını dışarıya” diyorum. Türk’le uğraşma.

* “Türk’ün zehirli kanını” diye yazmışsınız.

Öyle değil. “Türk’ten boşalacak o zehirli kan” diyorum. Türk’ün dışlanmasıyla boşalacak o zehirli kan yerine de, senin artık Ermenistan diye bir devletin var, kimliğinin içine onu doldur. Ermeni’nin kendi kimliği ile uğraşmasını, Türk’e öfke duymamasını söylüyorum. Bunun için bir adam yargılanır mı? Kaldı ki ben ne bir etnik ne de bir dinsel kimliği hakaret ettiririm. Benim gibi barış çağrısı yapan insanlar için siyah ve beyaz diye bir ayırım yoktur. Hayat ne siyah, ne beyaz. Benim anlatmaya çalıştığım bu.

Hrant neden Fırat oldu?

* Nüfus cüzdanınızdaki isminiz Hrant, değil Fırat’mış. Neden?

Biz üç arkadaş 1972 yılında mahkeme kararı ile ismimizi değiştirdik.

* O sözünü ettiğiniz psikoloji yüzünden mi?

Hayır. Bunu ilk kez anlatıyorum. İstepan, Armenak ve ben çok iyi üç arkadaştık. O dönem Türkiye’nin o siyasi çalkantıları içinde sol bir fraksiyona sempatizandık ve o fraksiyonda çalışmak istiyorduk.

* Hangi fraksiyon?

TİKKO… Başımıza bir iş gelirse cemaatimize zararı olmasın diye ismimizi değiştirdik. Armenak oldu Orhan, ben oldum Fırat, İstepan oldu Murat. Armenak, Tikko’da Merkez Komite’ye kadar yükseldi ve öldü. Orhan Bakır diye bilinir. Ama biz sempatizan düzeyde kaldık. Çünkü ben o arada aşık olup evlendim.

* Aşık olunca TİKKO filan bitti mi?

Hayır.. Ama zaten beni..

* Aşık bir insanı aralarında görmek istememişlerdir..

Belki de… Ama isim değiştirirken Sarkis Şahbaz diye bir abimiz vardı, durumu sadece ona anlattık. “Kimse bizi kimliğini reddeden insanlar olarak görmesin, biz cemaati korumak için ismimizi değiştiriyoruz” dedik.

* Sonra neden tekrar isminizi Hrant olarak değiştirmediniz?

Fark etmiyor ki, ben zaten Hrant’ı kullanıyorum. Fırat benim çok sevdiğim bir isimdi. Çünkü onu Yılmaz Güney’in bir filmindeki rolünden almıştım…

* “Umutsuzlar” filmindeki Mafya babasının adıydı. Görüşür müydünüz Yılmaz Güney ile?

Tabii… O dönemlerde cezaevinde ziyarete giderdik.

* Nasıl tanışmıştınız?

Vardı bir çevremiz. Onlar bize kalsın.

Yorumlar kapatıldı.