İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Akıl dışı, bilim dışı, insaf dışı

Ahmet Selim

Ermeni meselesi, bilimsel yönleri aşan bir siyasî meseledir. Bugünkü şartlarda öyledir. Meseleyi, üniversiteler ve akademiler değil, parlamentolar ve parlamenterler konuşuyor, karar konusu haline getiriyor.

Bu durumu görmezlikten gelip, sadece “biz işin gerçeğini araştırıyoruz, herhangi bir talepte bulunmamız yahut herhangi bir talebe katkı yapmamız söz konusu değildir” demek, tutarlı olamaz. İnandırıcılık taşıyamaz.

AB kullanacak ve dayatma konusu haline getirecek. Diasporanın bir mensubu Yasemin Çongar’a “Türkiye’de de soykırım konuşulur oldu. Artık tamamdır. Kongre de bu konuyu karara bağlayabilir.” demektedir. İşte konuşulup yazılanlara bakarak diasporanın böyle değerlendirmeler yapacağı akıl edilemeyecek bir şey midir?

“Canım, konuşalım, aramızda anlaşalım, kimsenin bir şey istediği ve ithama kalkıştığı yok. Sırf rahatlamak ve acımızın paylaşıldığını görmek istiyoruz” tavrının bu siyasî çerçevede inandırıcılığı var mıdır?

Türkiye AB’ye girip girmemenin kader noktasında bir yığın sıkıntıyla karşı karşıya. Herkes çeşitli açılardan bastırıyor. Ama birileri “psikolojik rahatlama” arzusu ile faaliyet gösteriyor! AB de, onlar rahatlamaya çalıştıkça, bastırma ve dayatma şevkini ve yoğunluğunu artırıyor!

Saflık, (safvet) aslen iyi bir şeydir ama, akılla ilgisi zayıflayınca mahiyet değiştirir ve başka bir anlam kazanır.

Ortada bir siyasî saldırı var.

Adamlar “soykırım yoktur” demeyi yasalarla suç haline getiriyor. AB’ye girişimizi ve müzakerelerin başlamasını “soykırımın kabulü” şartına da bağlayabilirler. Yarın, öbür gün, bu yüzden Türkiye AB ile bağlarını koparıp bir krize girerse bunun sorumluluğunu kimler, nasıl taşıyabilecektir?

Anlamaya çalıştığım için kendi kendime soruyorum: Türkiye’ye bir şeyler mi ödettirilmek isteniyor? AB, Türkiye’ye bir şeyler ödettirme fırsatının kurumu mudur? Türkiye’nin AB’ye girmesi ve girme sürecinin verimli olması çok büyük imkanlar kazandırır; Türkiye büyüme, zenginleşme ve demokratik gelişme yolunda önemli mesafeler kat eder; bundan hepimiz pay alırız ve mutlu oluruz… Böyle denilmesi ve davranılması, hangi etnik kökenden olursa olsun, bir vatandaşlık ve yurtseverlik borcu değil midir? Türkiye’nin zora düşmesi, istikrarsızlığa sürüklenmesi, yeni gecikmelere duçar olması, kime ne kazandırır? Kimin mutluluğuna hizmet eder?

Ortada fikri bir mesele bile değil, bir mantık patolojisi var.

Türkiye AB’ye girse, milli geliri 10-15 bin dolara çıksa, Birinci Lig’in baş aktörleri gibi belirleyici rollerle etkili olsa; bu kimin zararına olur? Ey insaf sahipleri, kimin zararına olur? Hangi etnik kesimin, hangi ülkenin, hangi bölgenin, hangi insanlık idealinin aleyhine ve zararına olur? Bir izah getirin, mantıklı bir sebep gösterin. Nedir tırmalayıcı, didikleyici, çekeleyici olumsuz tavırların anlamı?

Türkiye’nin menfaatleri hiç kimseyle çatışmaz. Türkiye güçlü ve mutlu olursa; Ortadoğu daha iyi olur, Avrasya daha iyi olur, Balkanlar daha iyi olur, Uzakdoğu daha iyi olur, Amerika daha iyi olur, AB daha iyi olur! Kimler ne istiyor Türkiye’den? Gayri meşru ve irrasyonel hesapların peşinde olmayan, bunalımları ve ihtilafları adeta bir sektörmüş gibi istismar etme kolaycılığını meslek edinmeyen bir tek normal insanın ve ülkenin Türkiye’ye husumet duyması mümkün değildir. Mantıken mümkün değildir. Belli ki bazı sübjektif saplantılar, duygusal sapmalar ve nefsanî inatlar söz konusudur. Bir Avrupalı Sosyal Demokrat, Avrupa Parlamentosu’nda “Türkiye’ye karşı dinî ve ırkî bir fanatizm gösteriyoruz. Çok ayıp ve çok çirkin.” dedi. Tastamam budur işte! Çok ayıp, çok çirkin, çok mantıksız ve insafsız. Ermeni meselesinde de böyle davranıyorlar; Rum meselesinde de, etnik ayrılıkçılık meselesinde de. AB, bundan dolayı bir siyasî-kültürel-tarihî intikam düyûn-u umumiyesi gibi kullanılmak isteniyor.

Tekrarlıyorum: Bu davranışlar akıl dışıdır, medeniyet dışıdır, ilim dışıdır, insaf dışıdır.

Yorumlar kapatıldı.