İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Taner Akçam’ın kandırmacaları (2)

Haluk Şahin

Nice tartışmalara neden olduktan sonra iyi ki yapılan ‘Ermeni konferansı’nda Taner Akçam’ın söyledikleriyle ilgili görüşlerimi aktarmaya devam ediyorum:

Başlıktaki ‘kandırmaca’ kelimesine itiraz edenler çıkabilir. İlk yazıda da belirttiğim gibi bunu İngilizce ‘fallacy’ kelimesinin karşılığı olarak kullanıyorum.. Redhouse Sözlüğü kelimenin günlük dildeki anlamı olarak ‘Yanlış fikir, aldatıcı kavram, aldatma, hile, yanlışlık’ karşılıkları öneriyor. Ayrıca ‘mantık’ alanında geçerli olan anlamları var: ‘Safsata, mantık kurallarına aykırı şey’ gibi. Ben ‘kandırmaca’yı daha çok bu ikinci anlamda kullanmaktayım. ‘Mantık saptırması’, ‘mantık yanıltması’ da diyebilirdim.

Söylenmek istenen şu: Bir sonuca vardığımızı iddia ediyorsunuz, ama verdiğiniz kanıt(lar) onu desteklemekte yetersiz kalıyor. Tabii bunu, bilerek yaptığınız gibi, farkında olmadan da yapıyor olabilirsiniz.

David H. Fischer’in bu konuda artık klasikleşmiş bir kitabı var: ‘Historians’ Fallacies: Toward a Logic of Historical Thought’ (Tarihçilerin Kandırmacaları: Bir Tarihsel Düşünce Mantığına Doğru.) 1970 yılında yayımlanmıştı. Dilimize çevrildi mi bilmiyorum, çevrilmemişse hemen çevrilse iyi olur, çünkü önümüzdeki dönemde çok tarih tartışması yapacağa benziyoruz. Minnesota Üniversitesi’nde tarih öğreten Taner Akçam eminim okumuştur. Benim bu kelimeyi kullanırken neyi kastettiğimi anlamıştır.

İlk yazıda verdiğim örneği hatırlatayım: Akçam, Nazilerin 1942 yılında Yahudiler için kullandıkları ‘nihai çözüm’ (The final solution) sözü ile İttihatçıların 1915 yılındaki ‘Şu Ermeni sorununa bir çözüm bulmamız gerek’ türünden sözleri arasında çağrışım yoluyla bağlantı kurarak, Yahudiler gibi Ermenilere de soykırım yapıldığı sonucuna gitmeye çalışıyordu. Yani, daha sonra olmuş bir şeyi daha önceki bir olayın kanıtı gibi gösteriyordu. Fischer’ın da sözünü ettiği cinsten bir kandırmacaydı bu.

Bir örnek daha: Akçam söz arasında 1915’te olup bitenlerin soykırım olup olmadığının hukuki kategori olarak tartışmalı olabileceğini kabul ettikten sonra şuna benzer şeyler söyledi: “Ancak soykırım sadece hukuki bir kategori değil, aynı zamanda sosyal bilimsel bir kategori. Sosyal bilimciler ‘soykırım çalışmaları’ (genocide studies) bölümlerinde bu konuyu inceliyorlar. Ben de böyle bir bölümdeyim ve Ermeni olaylarını inceliyorum.” (Demek ki, onlar da soykırımdır!)

Bu gibi bölümlerden bazılarının kimler tarafından finanse edildiğini, arkalarında siyasal motifler olup olmadığını bir yana bırakıp, bu mantığı başka bir duruma uygulayalım: Bu patoloji laboratuvarında kanserli hücre araştırması yapılır, ben bu laboratuvarda çalışıyorum, öyleyse benim baktığım örnek de kanserlidir!

Ya değilse?

Bu konferans tek yanlı olmakla suçlandı, yalnızca belirli görüşlerin ifadesine olanak tanıdığı için çok eleştirildi. Bu nedenle olacak, ilk günkü oturumlarda orada bulunmayan ama farklı görüşler öne süren tarihçilere (Stanford Shaw, Justine McCarthy, Heath Lowry, Türkkaya Ataöv gibi) sataşmamaya özen gösterildi. Bir tek Akçam, tehcir edilen Ermenilerin mallarının satışından elde edilen paranın nasıl kullanıldığına ilişkin bir belgenin Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu tarafından yanlış değerlendirildiğini, doğrusunun kendisinin dediği gibi olduğunu öne sürdü. İşte o an, keşke Halaçoğlu burada olsaydı da o belge konusunda onun ne dediğini de duysaydık diye düşündüm.

Cevap veremeyecek durumdaki tanığı çürütmek de tarihçi kandırmacalarından birisidir.

Taner Akçam bunlara niçin gerek duydu? Kendisini ille bir şeyler kanıtlamak zorunda hissettiği için mi?

Gene de ben, iyi ki bu konferans yapıldı diyorum. İyi ki, Taner Akçam yurtdışında belirli ortamlarda yıllardır dile getirdiği görüşleri burada da söyleyebildi. Korkarak, yasaklayarak, saklayarak sorunların çözülemeyeceğini hâlâ öğrenemedik mi?

En tehlikeli fikirlerin korkulan fikirler olduğunu hâlâ bilmiyor muyuz?

Yorumlar kapatıldı.