İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Musa Dağı´ndan Bekaa Vadisi´ne

Erdal Şafak

Ermeni Konferansı’nın açılışında Prof. Murat Belge, “Burada geçmişi değil, Türkiye’nin geleceğini tartışıyoruz… AB’dekiler gibi demokratik bir ülke olarak mı yaşayacağız, yoksa devletin izin verdiği kadar konuşacak bir toplum olarak yaşamaya mı devam edeceğiz” dedi… Kesinlikle katılıyoruz…

İki gündür elektronik posta kutumuza yağan mesajların tümü tek konuyla ilgili: Ermeni Konferansı.

Yurt içinden gelenlerin çoğu konferansı düzenleyenleri eleştiriyor. Türkiye’nin belki de asılsız ya da abartılı korkuların zincirlerini kırmasına yardım edeceği umuduyla bu girişimi desteklediğimiz için bize de verip veriştiriyor. Soykırım zehirini akıtmanın yolunun Ermenistan Ermenileri’ni diasporadan kurtarmaktan, Ermenistan’a el uzatmaktan geçtiğini söylememize celallenip işi hakaret, küfür, tehdit boyutlarına kadar vardıranlar bile var. Bir örnek verelim: “Nedir bu Türkiye düşmanlığınız anlayamıyorum. O konferansı düzenleyen satılık aydınların amacı çok farklı; Türkiye’nin milli beraberliğini parçalamak, vatanı bölmek. Ermenistan sınırını açmak ise, Türkiye düşmanlarının oyununa gelmek olur. Umarım, Türk-Türkiye aydını olmayı tercih edersiniz.”

Yurt dışındaki vatandaşlarımız ise tam tersine, konunun tartışılmasına açık destek veriyorlar. Bir örnek de onlardan aktaralım. Münih’te yaşayan bir okurumuz şöyle diyor: “Dışarda yaşayan bir Türk vatandaşı olarak senelerdir bu Ermeni soykırımı olayını takip ediyorum. Yazdığınız gibi konuya medenice yaklaşma zorunluluğu var. Ama uzaktan Türkiye’ye bakınca doğrusu umutlanamıyorum.”

Prof. Dr. Murat Belge dün, Ermeni Konferansı’nın Türkiye’de bir iç demokrasi sorunu haline geldiğini söylerken, “Aslında burada geçmişi değil, Türkiye’nin geleceğini tartışıyoruz” derken, bize ulaşan mesajlarda olanca ürperticiliğiyle gördüğümüz uçurumu anlatmaya çalıştı.

İçerde genlere işlemiş korkuların beslediği otoriter düşünce sahipleri. Dışarda o korku-önyargı zincirini kırmış, özgürleşmiş beyinler. Avrupa sayesinde. Düşman üreten virüslerin kökünü kurutmuş AB sayesinde…

Bir tarafta soykırımı tek varlık nedenine dönüştürmüş Ermeni diasporasının bilinçsiz müttefikleri. Bir tarafta diasporanın en korktuğu şeye, “Gelin siz de, biz de geçmişimizle yüzleşelim” cesaretine kavuşmuş olanlar…

Türkiye bahçesinin çiçekleri

Alman düşünür Theodor Adorno’nun “Neyi unutmaya çalışırsak geri döner” diye ifade ettiği kısır döngünün kırılması, yurt dışındakilerin özgüvene dayalı cesaretinin içerde de o kalın perdeleri yırtmasına bağlı.

Ancak o zaman kendimizle, tarihimizle, atalarımızla barışık bir toplum haline gelebiliriz. Ve de bahçemizdeki rengarenk çiçeklerin yeniden açmasını sağlayabiliriz.

Toprağın altında fışkırmaya hazır o çiçeklerden biri, İstanbul’dan bir Ermeni okurumuz da mesajında şöyle diyor: “Bir Türk Ermenisi olarak bizi çok iyi dile getirmişsiniz. İki ülke arasındaki ilişkiler ne kadar çok gelişirse, geçmişe sünger çekmek de o kadar kolay olacak.”

Bilgi Üniversitesi’ndeki konferans tüm dünyada ilgiyle, dikkatle izleniyor ama Hatay’da Musa Dağı’nın eteklerindeki Vakıflar köyü ile Lübnan’ın Bekaa Vadisi’ndeki Anjar köyünde yarattığı etki bir başka.

Hatay’ın anavatana ilhak olduğu 1939’da Musa Dağı’nda 6 Ermeni köyü vardı. 5’inin halkı 1915 olaylarının anıları taze olduğu için korkularını yenemeyip göç ettiler. Kimi Suriye’ye, kimi Bekaa Vadisi’ne.

Vakıflar köyünde de denkler toplanırken bir Türk subayı geldi ve şöyle seslendi: “Benim babam ile sizlerin babaları birbirleriyle savaştılar ama biz birlikte yaşayacağız. Barış içinde, aynı toprağın insanları olarak. Lütfen kalın.” Kaldılar.

Kalanların son tanığı Havadis Demirciyan, gidenlerin, yani Musa Dağı diasporasının ise Vartuhi Sanakyan…

Vakıflar’daki Demirciyan’ın Anjar’daki Sanakyan’a “Kalmakla ne iyi etmişiz” diye seslenme fırsatını sağlamak kadar mutluluk verici duygu olabilir mi?

Yorumlar kapatıldı.