İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Konferans´tan sonra sıra `dersler´e gelmesin!

Kürşat Bümin

İstanbul 4 Numaralı İdare Mahkemesi’nin Boğaziçi Üniversitesi’nde toplanacak olan Konferans’a ilişkin aldığı “yürütmeyi durdurma” kararının içinde barındırdığı “tehlikeler”e ilişkin yukarıdaki başlıkta dile getirdiğim sorunun asıl sahibi Radikal’den İsmet Berkan’dır. Berkan, çok yerinde olarak, “Bu öyle bir kapı açar ki, sadece bilimsel toplantılar değil üniversite derslerinin içeriğine bile mahkemelerce müdahale edilebilir olur” diyordu.

Yani? Yanisi şu ki, o takdirde “Hoşgeldin Stalinizm!”

Bakın zaten, konferans açılabilseydi toplantıyı 300 üyesi ile ablukaya alacağını açıklayan Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD) Başkanı Rıza Küçükoğlu ne diyor:

“Doğru bir karar. Bu karar, ilerde bu niyetle yapılacak ve toplumu rahatsız edecek birçok eylem için hukuksal dayanak sağlayacak. Saygıyla karşılıyorum.”(!)

TESUD’un Konferans (ve karar) öncesince basında yer bulan “taarruz planı”nı hatırlıyorsunuzdur. “300 emekli subay 7.45’de, tıpkı 1938 yılında Dolmabahçe açıklarında Atatürk’ü selamlayan Kuleli Askeri Lisesi öğrencileri gibi Üsküdar’da toplanarak vapura binecek. Vapur, dolmabahçe açıklarında durdurulacak ve ‘Atatürk’e sembolik selamlama’ yapılacak. Sirenler çalınacak ve hep birlikte İstiklal Marşı okunacak. Daha sonra Beşiktaş’ta vapurdan inecek olan emekli subaylar, Galatasaray Lisesi önünde kortej oluşturarak, İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na kadar yürüyecek. Grup daha sonra toplantının yapıldığı Rumelihisarı’ndaki Boğaziçi Üniversitesi Kampusu’nun önüne hareket edecek. Önce toplantının yapılacağı salona girmeyi deneyecek olan eylemciler, sonra salonun önünde altı aylık çalışma sonucu hazırladıkları belgeleri basın mensuplarına verdikten sonra dağılacak.”(!)

Turgut Özakman gerçekten haklı: “Çılgın Türkler”.

Çok şükür memleketimizde “mahkemeler var” da, TESUD’un tasarladığı bu “komedya” sahneye konamadı…

Hiç şüphe yok ki Türkiye bu tür “folklorik” gösterileri ve kararları hak etmiyor. Belli ki toplumun “Hukuk başımızın tacı olsun” şeklindeki yerinde talebi bazı yargı organları tarafından tamamen yanlış anlaşılıyor. Bazı yargı organları bu haklı talebi ülkedeki düşünce hayatının “vasi”si oldukları şeklinde yorumluyor. Oysa yok böyle bir hak; iki yargıcın hiçbir hukuki dayanağı olmadan bir konferansı durdurmak gibi bir hakkı yok.

Bir mahkemenin konferansı düzenleyen üniversite yönetimlerine “Konuşmacıların hangi kriterlerin göz önüne alınması suretiyle seçildiğinin sorularak, konuya ilişkin bilgi ve belgelerin (başvurular, yayın listesi, akademik kariyer ve değişik görüş sahibi olma… vb) onaylı örneğinin, (…) Şayet toplantı dar çerçeveli bir katılım ile düzenlendi ise katılımcıların hangi kriterlere göre belirlendiği sorularak, ilgili tüm bilgi ve belgelerin (başvurular, akademik kariyer bilgisi, referanslar vb) (…) Konuşmacı ve katılımcıların ulaşım ve konaklama giderleri ile konferans giderlerinin ne şekilde karşılandığı, şayet sözü edilen gider üniversiteler veya katılımcılar dışındaki kişilerce karşılanıyor ise sponsor olan gerçek veya tüzel kişilerin ne suretle belirlendiği sorularak bu tüzel ve gerçek kişilerin tümünü gösteren listenin onaylı bir örneğinin istenilmesine (…) karar verildi” gibi karar kaleme almaya hakkı yok. Hukuk sistemimiz böyle bir sorunun sorulmasına izin vermiyor. Nitekim Prof. Ülkü Arzak, mahkemenin bu ısrarlı soruları hakkında şunları söyluyor: “İdare mahkemesi sanki Milli İstihbarat Teşkilatı gibi istihbari sorular soruyor. Mahkemenin böyle bir hakkı yok. Bilimsel bir toplantıya kimler katılacak, neler söyleyecekler, nasıl gelecekler, kim vermiş paralarını, bir mahkeme bunları soramaz. Anayasaya aykırıdır.”

Mahkemenin bu “isteğinin” düzenleyiciler tarafından yerine getirilmeyeceğini tahmin etmek zor değil. Ama mahkeme madem ki bu konuda meraklı ve ısrarlı, o zaman karara giren bu soruların bazılarına söz konusu Konferans’ın üçüncü gününde “Basın özgürlüğü ve Ermeni sorunu” konusunun tartışılacağı oturumun bir konuşmacısı olarak ben cevap vereyim:

Konferansı düzenleyenler benden bu oturumda konuşmamı istediler, çünkü ben “Türk medyası”nın bu türden “nazik” konular hakkında nasıl yayınlar yaptığı hakkında bugüne kadar bir şeyler yazıp çizmiş biriyim. Konuşmacı olarak seçilirken göz önünde bulundurulan “kriter” bundan ibarettir! Ama bunun “onaylı bir örneği” ne yazık ki benim elimde bile yok! Söz konusu oturumda tartışılacak konuya ilişkin “akademik kariyer bilgisi” de -maalesef- mevcut değil. “Referanslar” keza… “Yayın listem” ise, tahmin ettiğiniz gibi gerçekten de “Ermeni meselesi” ile doğrudan ilgili değil! Arzederim.

Sonuç olarak “Türkler”in “çılgın” olmaları önemli bir sorun değil; her millet bir dönem “çılgın” olmuştur. Ama bir ülkede “mahkemeler”in “çılgınlaşabilmesi”, işte bu gerçekten çok büyük bir problemdir.

Yorumlar kapatıldı.