İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Konferans mevzii

Soli Özel

Dün ve bugün İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde yapılan İmparatorluğun Son Döneminde Osmanlı Ermenileri başlıklı konferans bir kurum olarak üniversite, özel olarak da düzenleyici üç üniversite açısından bir yüz akıdır. Üniversite bu toplum içinde üstlenmesi gereken sorumluluğa uygun bir iş yaptı. Bunun kadar önemlisi Profesör Baskın Oran’ın da ısrarla üzerinde durduğu gibi bu konferans Ermeni meselesinin dünyada algılanması ve tarafların resmi tezlerinin çürümesi açısından da dönüm noktasıdır.

Yazık ki, daha konferans toplanmadan, amacının ne olduğuna dikkat etmeden bunun bir soykırımı kabul etme toplantısı olduğu yazıldı, çizildi. İnsanlar iftiralara, hakaretlere canlarına kasteden tehditlere maruz bırakıldılar. Kendini demokratik diye adlandıran hiç bir ülkede olmayacak şekilde bilim ve ifade özgürlüğü yargı tarafından saldırıya uğradı.

Konferans önce Adalet Bakanı’nın keskin ve ayıp suçlamaları, daha sonra da hukuk iğfal edilerek durdurulmaya çalışıldı. Hazırlayanlardan biri ise tebliğinde amaçlarını şöyle açıkladı: Gerek Ermeni milliyetçiliği gerekse Türk milliyetçiliği 1915-16 yıllarında yaşananları öğrenmek ve tüm boyutlarıyla anlamak peşinde değildir. Dertleri bu yaşanan trajediye konacak olan isimledir.

Trajediyi ölçme ve siyaset

Yani bu bir soykırım mıdır, değil midir? Soykırım derseniz tüm varlıklarını buna bağlamış diaspora Ermeni milliyetçiliğini mutlu edersiniz, değildir derseniz Türkçü milliyetçileri. Ermeni milliyetçileri yalnız o yıla odaklanır. Yabancı devletlerin emperyal hırslarının yol açtığı oyunlar, Ermeni devrimci/milliyetçi partilerinin eylemleri, amaçları o tarih yazımında yer almaz.

Türkiye’deki tarih yazımında ise bağlam önemli. 1915’te Anadolu’daki Ermeni varlığının bitmiş olmasının anlamını değerlendirme derdi yok. Ya da bir trajediyi bir yüzyıl boyunca gerileyen imparatorluğun, Balkanlar ve Kafkaslar’daki Müslüman/Türk tebaasının yaşadıklarıyla ölçme yönelimi ağır basar. Bu nedenledir ki “1915’te asıl biz katledildik” diyenler dönüp “İyi yapmışız” da diyebilir. Sonuçta her iki tarihçilik anlayışı açısından da asıl olan tarihin bilinmesi ve anlaşılması değil milliyetçi siyaset ve ideolojinin hizmetinde olmasıdır.

Türkiye önemli mevzi kazandı

Kaldı ki Profesör Selim Deringil’in de bir cevabında vurguladığı gibi Osmanlı çöküş döneminde Türk ve Müslüman toplumun özellikle Balkanlar ve Kafkaslar’da yaşadığı trajediler de bu tarih çalışmalarının parçasıydı. Türkiye’nin saygın tarihçileri de bu konularda dünya tarih yazımında var olan önyargılara karşı bilimsel becerileri sayesinde ağırlık koyabiliyor, yerleşik değerlendirmeleri sarsabiliyor.

Bu bağlamda onlarca mensubunu milliyetçi hezeyanlardan beslenen hunhar bir terörizme kurban vermiş Dışişleri Bakanlığı’nın başındaki Abdullah Gül’ün mesajı anlamlıydı . Gül’e göre: “Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi, 1000 yıla yakın bir birlikte varolmanın ve ortak hayatın tarihidir. Bu süre içinde iki halk birbirilerinin kültürüne, refahına ve güvenliğine katkıda bulunmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunun çöküş yıllarına rastlayan, İmparatorluğun vatandaşları olan bütün unsurlar gibi Türk ve Ermeni halklarının da derin acılar çektiği trajik dönem incelenirken, bu noktanın gözden kaçırılmaması gerekir.”

Bu konferansın iptali karşısında hükümetin aldığı tutum ve üniversitelerin kararlı ve ilkeli tutumuyla da Türkiye kendi demokratikleşmesinde önemli bir mevzi kazandı. Bunun Türk toplumu açısından önemsiz veya yararsız olduğunu iddia etmek herhalde mümkün değildir.

Yorumlar kapatıldı.