İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ülkemize bir leke daha sürülmüş oldu

Semih Idiz

Washington

Türkiye’yi tartışmak üzere Washington Enstitüsü’nün konuğu olarak tekrar Washington’dayız. Buraya ayak basar basmaz aradığım Türk dostumun ilk sözü, “Hadi hayırlısı, Boğaziçi konferansını mahkeme durdurmuş” oldu.

Tabii ki, Boğaziçi Üniversitesi’nde bu hafta sonu düzenlenecek olan “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı konferanstan söz ediyordu. İnanamadım. Bir hatası olduğunu, mahkemenin böyle bir şeye karışamayacağını söyledim. Meğerse durum hiç de öyle değilmiş.

Karşıtlar olmalıydı

Söz konusu konferans, bu hassas konunun Türkiye’de bilinmeyen ve “tabu” sayılan boyutlarını ele alacaktı. Tıpkı 6-7 Eylül olaylarının farklı boyutlarının son dönemde ortaya çıkmasında olduğu gibi. Katılımcılar ise, hem Türkiye’de Fhem de uluslararası düzeyde araştırmalarıyla kendilerini kanıtlamış kişilerdi.

Bu konferansı eleştirenler, bunun “tek taraflı olduğunu” belirtiyorlar. Bu geçerli bir argüman olabilir. Daha önce de dediğimiz gibi, konferansı düzenleyenler karşı görüşten isimlere de yer vermeliydiler. Örneğin, Yusuf Halaçoğlu, Bernard Lewis ve Justin McCarthy gibi akademisyenleri de çağırmalıydılar. Ama böyle bir “yasal zorunlulukları” yoktu.

Geriye gidiyoruz

Hukuk emsal üzerine oturur. Büyük olasılıkla bir üst mahkeme tarafından iptal edilecek olan, fakat bu arada, özellikle dışarıda başımızı çok ağrıtacak olan bu kararı veren mahkeme, durdurmaya gerekçe olarak, “katılımcıların hangi kriterlerle belirlendiğinin ilgili herhangi bir kuruma resmen bildirilmemesini” göstermiş.

Bu durumda, Orhan Pamuk, Taner Akçam, Murat Belge ve Halil Berktay gibi isimlere de, aynı gerekçeyle mahkemeye başvurup, sırf “resmi tez” savunucularının davet edildikleri Ermeni konferanslarının durdurulmasını isteme hakkı doğmuş oluyor.

Gerçekten garip bir durumla karşı karşıyayız. AB sayesinde geri değil, ileri gitmemiz gerekirken, AB perspektifi ciddileştikçe ülkeyi geriye götürmek isteyenlerin ilerleme sağladıklarını görüyoruz. “Hoşgörü profilimiz” de bu şekilde biraz daha netleşmiş oluyor.

Görülmemiş şey

Böylece, demokratik olmakla övünen Türkiye, uluslararası saygınlığı olan bir üniversitede düzenlenen bir konferansı “mahkeme kararıyla” durdurabileceğini de sonunda göstermiş oldu. Oysa böyle bir şey bir demokraside ne görülmüş ne de duyulmuştur.

Sorun tabii ki mahkemeye başvuranlarda değil. Onlar yasal haklarını kullanıp bu girişimde bulunmuşlar. Sorun, üniversite önünde bu konferansı protesto edenlerde de değil. Onlar da demokratik haklarını kullanıyorlar.

Sorun, son iki yılda Türkiye’de gerçekleşen yasal reformlara ısrarla direnen kemikleşmiş yargı bürokrasisinde. Son dönemde açılan bir dizi dava sayesinde bu direnen bürokrasi kendisini artık her yerde hissettirmeye başladı. O kadar ki, artık akademik konulara da müdahale eder hale geldi.

2 yanlış 1 doğru

Tabii bazıları burada hemen, “İsviçre ve Halaçoğlu” örneğine sarılacaklardır. Ancak, iki yanlış asla bir doğru etmez. Kaldı ki, İsviçre de komik ve yadırganacak bir duruma düşmüştür. Bir İsviçre mahkemesinin, ısrarla “Ermeni soykırımı olmamıştır” diyen Doğu Perinçek hakkında hafta içinde verdiği takipsizlik kararı bile bunu kanıtlıyor.

Onun için, kendimizi haklı çıkarmak amacıyla kötü emsallere sarılacağımıza, “Ülkemizin itibarını asıl lekeleyen, bizi cümle âleme rezil eden şey, bu konferansın yapılması mı, yoksa mahkeme kararı ile durdurulması mı?” diye sormamız gerekiyor. Demokratik bakış açısından bakıldığında bunun yanıtını bulmak için dâhi olmanız gerekmiyor.

Yorumlar kapatıldı.