İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Tarih`i de mahkemelere bırakalım!

Kursat Bumin

İstanbul 4 Numaralı İdare Mahkemesi’nden çıkan “çılgın” kararı duyunca ister istemez birkaç yıl öncesinin bir olayını hatırladım… Ve bu arada (itiraf edeyim) Turgut Özatman’ın çok satan kitabına bulduğu adı (“Çılgın Türkler”) ben de çok yerinde buldum.

Birkaç yıl önce karşılaştığımız şu idi:

Yargıtay 8. Ceza Dairesi, Ermeni katliamıyla ilgili iddiaların tarihi çarpıttığını bildirmiş ve Ermeni yazar Dadrian’ın kitabıyla ilgili olarak “Nakilleri sırasında çeşitli nedenlerle bazı insan zayiatları olmuştur. Kendilerinin sesebiyet verdiği zorunlu göç sırasında meydana gelen olayları jenosid olarak vasıflandırmaya ve olanlardan Türk halkını sorumlu tutmaya olanak yoktur” diyen bir karar almıştı. Karara ilişkin bir gazeteye açıklama yapan Daire Başkanı Naci Ünver’in sözleri de şöyleydi: “Bu kararımızla Ermeni iddiaları birer birer çürütülmüştür.”(!)

Şimdi (önümdeki yazıya) bakıyorum da, ben de tutup sıcağı sıcağına bu olay üzerine bir yazı yayımlamışım. Söz konusu yazıya uygun gördüğüm başlık da bayağı iyiymiş yani: ” ‘Tarih’i de Yargıtay’a bırakalım!”

Hepsinin öyle olduğunu ileri sürmek densizlik olur mutlaka; ama bazı Türklerin “Çılgın” sıfatını gerçekten hakettiği açık değil mi? “Yargıtay” kararı ile tarihsel iddiaların çürütüldüğü başka bir ülke (malûm ülkeleri saymıyoruz tabii ki) var mı?

Birkaç yıl önce yayımlanmış bu yazımın tamamını okuyunca hatırladım ki, yazıda (benim açımdan) hoş bir karikatürden de söz etmişim. Söz konusu karikatür o denemde Yeni Şafak’ta çizen Hasan Kaçan’ın elinden çıkmış. Bu değerli çizerimiz “Sırtımızdan hançerlendik” başlığıyla sırtına “Kıbrıs” ve “Sözde Ermeni Tasarısı” hançerlerinin saplandığı bir Türkiye çizmiş. Ama Kaçan bununla yetinmeyip, Türkiye’nin böğrüne de birkaç hançer saplamış. Onlar da şunlar: “Siyasi yasaklar”, “banka”, “yolsuzluklar”, “hortum”, “işkence”… Ben de tutup bu çizgileri şöyle yorumlamışım: “Türkiye işte böyle bir ülke; her zaman sadece ‘sırtındaki’ hançerlerden şikayetçi. Ülkenin cepheden hançerlenmesinin fazla bir ‘kıymet-i harbiyesi’ yok. Oysa beden bir bütün değil mi? ‘Sırtımızdan’ yediğimiz darbeler zaten büyük ölçüde ülkenin cepheden çekilmiş fotoğrafının lekeli olmasından kaynaklanmıyor mu?”

(Üzerinden epeyce zaman geçti ama olsun; Kaçan’ın bu karikatürünü bugün yasaklanan “Ermeni Konferansı” hakkında 24 Mayıs’ta TBMM kürsüsünden “Bu Türk milletini arkadan hançerlemektir” diye esip gürleyen Cemil Çiçek’e ithaf etmek yerinde olmaz mı?)

İşte, İstanbul 4 Numaralı İdare Mahkemesi’nden çıkan karar da böyle bir “hançer”. Bu karar tahminlerin ötesinde bir önem taşıyor. İdare Hukuku Profesörü Ülkü Arzak’ın çok açık bir biçimde yorumladığı gibi bu kararın hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Arzak’ın hatırlattığı gibi konu -bırakın “idari yargı yetkisi” çerçevesine girmesini- bu türden toplantılara “idare”nin mudahalesine fırsat veren “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”nunun da kapsamı dışındadır. Söz konusu kanunun 4. maddesi, “Aşağıda belirtilen toplantı ve faaliyetler bu kanun hükümlerine tabi değildir” diyerek, söz konusu toplantı ve faaliyetler arasında (C bendi) “bilimsel amaçlarla yapılan toplantılar”ı da saymaktadır.

İdare Mahkemesi’nin kendisini bir üniversitede yapılacak bir toplantının “durdulması”nda yetkili görmesi bugüne kadar karşılaşılmamış bir skandaldır. Tamam bugüne kadar benzer toplantıların idare tarafından “durdurulması” bu ülkede karşılaşılan sıradan işler arasındadır; ancak bu işin bir mahkeme kararıyla gerçerçekleştirilmesine ilk kez şahit oluyoruz.

Mahkemenin karara muhalafet eden üye hakimi Hamit Ali Kandil haklı olarak bakın gerekçesini nasıl açıklıyor: “Dava konusu toplantı yapılmasına ilişkin kararın idari yargı yerlerinde dava konusu edilebilecek nitelikte idari işlem kimliği taşıyan bir karar olmadığı gibi istemin 2577 sayılı yasanın ikinci maddesinin ikinci fıkrası hükmüne aykırı olduğu, davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-b uyarınca incelenmeksizin reddinin gerekeceği görüşüyle, aksi yönde oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.”

Oldu olacak, Kandil’in atıfta bulunduğu 2577 sayılı yasanın ikinci maddesinin ikinci fıkrasını da aktarılım da bu iş tamam olsun:

“İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteleğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.”

Görüyorsunuz, “hukuki” açıdan herşey apaçık… Ama siz gelin de bunu İstanbul 4 Numaralı İdare Mankemesi’nin iki yargıcına anlatın anlatabilirseniz…

Bu tatsız mı tatsız olayda -hiç şüphesiz- tek tesellimiz (o da bugüne kadar görülmemiş bir şey) Başbakan Erdoğan ve Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün vakit geçirmeksizin ve “Türkiye’de yargı bağımsızdır, elimizden bir şey gelmez” gibi bugüne kadar alıştığımız klişelere başvurmaksızın karara hiçbir biçimde katılmadıkları yönünde yaptıkları açıklamalardır.

Az şey değildir bu açıklamalar…

“Galataport” meselesi tabii ki önemlidir ve hakettiği biçimde tartışılmalıdır: ama önceki gün dinlediğimiz bu açıklamalar -hiç şüphesiz- ondan bin kere daha önemlidir.

“Yargı”nın “Tarih”e ilişkin bu inanılmaz ilgisi bir yazıyı daha hak ediyor. O da yarına.

Yorumlar kapatıldı.