İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye´yi bu kafa yönetmişti

Haluk Şahin

Geçtiğimiz 10 gün boyunca Türkiye hafıza çalışmasında fazla mesai yaptı. Önce 6-7 Eylül olaylarının 50. yıldönümü, sonra da 12 Eylül’ün 25. yıldönümü… Yakın tarihimize damgasını vurmuş, hâlâ zonklayan iki karanlık olay…

Acılarını hâlâ hissettiğimiz iki trajedi. Tesadüf bu ya, çok genç yaşlardan beri yurtdışında öğrenci ve gazeteci olarak kendimi hep Türkiye’yi anlatır ve savunur durumda buldum. Zorlandığım konular oldu.

Ülkemi hiçbir şekilde savunamadığım, yüzümün pancar gibi kızardığını hissettiğim tek olay 6-7 Eylül’dür.

Geçen hafta yıldönümü nedeniyle yapılan açıklamalar gerçekten savunulabilecek bir yanı olmadığını ortaya koydu. 6-7 Eylül fotoğrafları sergisine yapılan baskın ise ülkemizde hâlâ yüzümüzün kızarabileceği şeyler olabileceğini gösteriyor.

12 Eylül’ün mirasıyla ilgili karnedeki kötü notlar da yıllar ilerledikçe çoğalıyor. Türkiye’nin başına hâlâ bela olan iki hastalığın yanlış müdahalelerle kangren olmasının başlıca nedeninin 12 Eylül rejimi olduğu yönündeki değerlendirmeler gittikçe daha fazla insan tarafından paylaşılıyor: Siyasal İslam’ın ve Kürt milliyetçiliğinin yükselişinden söz ediyorum…

Artık çok iyi anlıyoruz ki o dönemde her şeyi çok iyi bildiği zehabıyla hareket edenler hemen hiçbir şeyi doğru dürüst bilmiyorlarmış.

Bilmiyor ve düşünmüyorlarmış! Zaman geçtikçe bunu daha iyi anlıyoruz…

Bu yöndeki hafıza çalışmasına benden minik bir katkı:

1990’lı yılların başlarındaydık; ihtilalin emekli olmuş lideri Kenan Evren Amerika’nın Houston kentinde prostat ameliyatı olmuştu. Nekahetini Marmaris’te geçiriyordu. Her konuda Atatürk’e benzemeye çalışmasına rağmen bu konuda farklı davranması, kendisini ‘Türk hekimlerine emanet’ etmemesi basında iğneli yazılara konu oluyordu.

Bu ameliyatı niçin ABD’de yaptırdığını sormak üzere televizyon kamerasını alıp Marmaris’e gittik. Bizi kabul etti, röportajın içeriğini sordu, ‘sağlık konuları’ ile sınırlı olacağını söyledim. “Tamam,” dedi ve ekledi:

“Öyle Kürt mesesi filan sormayacaksın, değil mi?”

“Hayır, sormayacağım,” dedim.

Röportaja başladık, sağlık sorularını bir bir sorduk, konuşmayı kısa sürede bitirdik.

Bitirdik, ama belli ki, 12 Eylül’ün kudretli lideri konuşmaya doyamamıştı.

“Hani sormadınız Kürt meselesini!” dedi.

Önce şaşırdım, sonra kameraman arkadaşa işaret ettim, kamerayı çalıştırdı ve istediği soruyu sordum:

“Efendim,” dedi “Kabahat bizde.”

Döneminin politikalarıyla ilgili bir özeleştiri geleceğini sanıp kulak kabarttım. Devam etti:

“İngilizler kadar olamamışız. Dilimizi bile öğretememişiz. Bak İngilizler Hintlilere öğretmişler İngilizceyi…”

Bu minval üzre devam etti. Hatırlamak bile istemiyorum. Türkiye’yi bir dönem bu kafa yönetmişti. İnsanları astırmış, yüzbinleri hapislere tıkmış, işkence yaptırmıştı…

Yorumlar kapatıldı.