İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İki tez

Taha Kıvanç

Şimdilerde Süleyman Demirel moda; askerî darbeler tartışılır da o unutulabilir mi? 27 Mayıs’ı kaçırmıştı Süleyman Bey, ama sonraki üç darbede parmak izleri bulunuyor. 27 Mayıs bile siyasette önünü açtığı için yine Demirel’i hatırlatan bir darbe…

Türkiye’nin darbeler tarihi Süleyman Demirel’in kişisel tarihiyle kesişiyor; ancak, şu günlerde hatırlanmasının tek sebebi askerî darbeler değil.

İstanbul’da yaşanan 6-7 Eylül 1955 çapulcu hareketinin 50. yıldönümü, çeşitli haber ve değerlendirmelere vesile oldu. Ben de, üç günlük bir diziyle, yıldönümüne kendi katkımı sundum. Can Dündar tezlerimi bıraktığım yerden alıp Süleyman Demirel’e taşıdı; onun tespitini doğrulatmak da Fikret Bila’ya nasip oldu… Sağolsunlar.

Aklınız mı karıştı? Ben ne güne duruyorum, anlattığımı daha kolay anlaşılır hale getirmek de görevim.

Benim ilk tezim şu: Türkiye’de kitleleri tahrik etmeden harekete geçiremezsiniz. Yakın tarihimizde görülen neredeyse her hareketlenme takrik sonucudur. Kişi veya legal bir örgüt olarak karşımıza çıkabilir tahrikleri yapan; ancak biraz deşelenirse daha farklı bir tahrik odağıyla karşılaşılması kaçınılmazdır. Bizde yaşanmış hemen bütün büyük kitle hareketlerinin tahrikçisi belli bir odaktır…

Nasıl, bu başlangıç tezimi beğendiniz mi? Hangi olaya kuşkucu gözle yaklaşsam tezimi destekleyen unsurları apaçık görüyorum. Bazı kitle hareketlerinin tezime uygun sahneye konulduğuna dair tanıklıklar da var zaten… 6-7 Eylül kitle hareketleri için, “Muhteşem bir özel harp operasyonuydu” diyen, meslekî hayatını neredeyse bütünüyle bünyesinde geçirdiği Özel Harp Dairesi’nin başkanlarından Org. Sabri Yirmibeşoğlu’dur. (Tanksız Topsuz Harekât, Fatih Güllapoğlu, Tekin Yayıncılık, s. 104).

Demek ki neymiş? ‘6-7 Eylül Olayı’ denen ve bu yüzden bir siyasî kadroyu Yassıada’da yargıladığımız eylemler, aslında, bir ‘özel harp operasyonu’ imiş… Geçmişte, Tan Matbaası basılarak siyasî dengeleri altüst edecek bir başka kitle olayı daha yaşanmıştı. 1945’te. Tan Matbaası baskınının da ‘akraba’ operasyonlardan olduğuna kalıbımı basabilirim…

Şimdi gelelim ikinci tezime: Kitle olaylarına karışan isimlere yakından baktığımızda, tahrikte ve kitleleri sokağa dökmede elebaşı durumunda olan kişilerin sonradan önlerinin açıldığını ve bayağı etkili konumlara geldiklerini görüyoruz. 6-7 Eylül “Atatürk’ün Selanik’teki evi kundaklandı” haberi üzerine yaşanmıştı. ‘Kundaklama’ olayını yapan kişi sonradan valiliğe kadar yükseldi… Haberi ilk geçen gazetecinin eşi Birleşmiş Milletler Protokol Müdürü oldu… Haberi ikinci baskı yapıp duyuran gazetenin sahibi milletvekili yapıldı; bir yerlerden kâğıt bulup baskıyı yapan yazı işleri müdürü bir uluslararası ajans kurdu… İnsanları sokağa dökmede birinci derecede rol oynamış bir derneğin ikinci başkanı CHP’den politikaya atıldı, bakan oldu…

Benzer bir durum ‘Tan Matbaası baskını’ sonrasında da yaşandı. Baskında rol aldığı bilinen isimlerden ikisi sonradan CHP’den politikaya atıldılar ve bakanlık yaptılar (Bunlardan biri, 6-7 Eylül tahrikçisi derneğin ikinci başkanıydı). Sözün kısası, tahrikte rol almak, rol alanlar açısından mükâfatlandırılmayı getiriyor…

Can Dündar’ın konuya müdahalesini cesurca buluyorum. Çünkü, hem Tan Matbaası baskını hem de 6-7 Eylül olayında ismi geçen, sonradan CHP’den politikaya atılarak bakanlık da yapmış olan kişi, şu sıralarda Cumhuriyet gazetesinde yazıyor, ama Can Dündar’ın yazarı olduğu gazetenin sahibinin kurduğu vakfın da başında, etkili bir isim yani…

Neyse. Can Dündar, tezime yeni bir örnek daha sundu: Süleyman Demirel… “Tan Matbaası basılırken orada bulunanlardan biri de Süleyman Demirel’di” bilgisini onun yazısında okuduk. Fikret Bila da, tepkisini almak üzere Süleyman Bey’e iddiayı iletti. Önceki gün, Milliyet, “Evet, Tan gazetesini bastık” diye onun tanıklığını manşete taşıdı.

Böylece, bu tür olaylara karıştığı resmen bilinen kişilerden biri daha ortaya çıktı. İkinci tezimin böylece doğrulandığı söylenebilir. O sırada İTÜ öğrencisiydi Süleyman Demirel, mezuniyet sonrası kısa sürede genel müdür oldu, uluslararası firmaları temsil etti, politikaya girip cumhurbaşkanlığına kadar yükseldi.

Süleyman Bey “Olaylara karışanlar terfi eder” tezime değil de tezin kendi politik çizgisiyle irtibatlandırılmasına itiraz ediyor. “Öyle bir bağlantı kurmak hata olur. Böyle bir beyan yanlış olur. Hiç ilgisi yok. Ben zaten 1962’ye kadar siyasete girmeyi hiç düşünmedim” demiş Fikret Bila’ya…

Türkiye’nin siyasî tarihini bu iki tez açısından yeniden gözden geçirmek gerektiğini düşünüyorum. Bütün kitlesel eylemlere, “Acaba kimler katıldı, arkadaki parmak kimin ve olayda adı geçenler sonraları ne oldular?” sorularıyla yaklaşmakta yarar var.

Tezin sağlamasını yapmaya yarayan Can Dündar ve Fikret Bila’ya “Sağolsun” demiş miydim? Sağolsunlar.

Yorumlar kapatıldı.