İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kitlesel Şiddetin `Yaratılan Hassasiyetleri´

Siyaset bilimciler, 6-7 Eylül olayları üzerinden bugünün kitlesel şiddet eylemlerini değerlendirdi. Prof. Dr. Oran: Bugün gayrimüslimlerin yerine Kürtler konuyor. Sermaye oluşumunun önlenmesine çalışılıyor. Macar: Hassasiyet öğretilmiştir zaten.

——————————————————————————–

BİA Haber Merkezi

07/09/2005 Tolga KORKUT

——————————————————————————–

BİA (İstanbul) – Siyaset bilimci Prof. Dr. Baskın Oran ve Elçin Macar, 6-7 Eylül olaylarının bugüne dair bize neler söylediğini, kitlesel şiddet eylemleriyle ilgili sunduğu ipuçlarını bianet’e anlattı.

Oran, “6-7 Eylül, süreç olarak bakarsak, Tükiye’de sermayenin gayrimüslimden Müslüman tüccara devrinin kilometre taşlarından biridir” diyor.

“Bugün, gayrimüslimlerin yerine Kürtler konuyor. Ama burada bir sermaye transferinin değil, bir sermaye oluşumunun önlenmesine çalışılıyor.

“Bu, Kürtlerin Türkiye’ye entegre olmasını önleyici korkunç bir şey. 1955’te gayrimüslimler dayak yerken, malları ellerinden alınırken gıkları çıkmadı. Ama, Kürt-Türk çatışmasında aynı şeyin olmayacağını şimdiden söyleyebilirim.”

Macar’sa, “hassasiyetlerin yaratılmasına” değiniyor:

“6-7 Eylül’ün temelinde, burjuvazinin Türkleştirilmesi, azınlıkların yok edilmesi vardı; ama pratik neden Kıbrıs konusunda Türk kamuoyunun Yunanistan’a ve dünyaya ‘hassasiyetini’ göstermekti.

“Bugün yaşananlarla arasında şöyle bir ortaklık var; her zaman da oldu: Kitlesel şiddet olayları, bilgisiz, işsiz güçsüz, şiddete meyilli kitlelerin organizatörler tarafından siyasi planlar doğrultusunda kullanılmalarının, ‘hassasiyetlerinin yaratılmasının’ örneğidir. Onlara bu konuların hassas olduğu da öğretilir zaten.”

Macar, İstanbul’daki 6-7 Eylül Sergisi’ne açılışında düzenlenen saldırıya dair de şunları söylüyor:

“Dün sergide olanlar, 6-7 Eylül’ün faillerinin bazılarının çocuklarının ve torunlarının hâlâ aynı zihniyet içinde olduğunu gösteriyor. Onlar kendilerine verilen görevi yapmaya devam ediyorlar.”

Macar: Burjuvazinin Türkleştirilmesi TC’nin vazgeçilmez hedefi olmuştur

Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi Macar, 6-7 Eylül olaylarını “Burjuvazinin Türkleştirilmesi denilen ve İttihatçılarla başlayan politikanın devamı olarak görebiliriz” diyor.

“Bu süreç, İttihatçıların Milli İktisat politikasından başlar, Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki ekonominin Türkleştirilmesi politikalarından, Varlık Vergisi’nden geçer. 6-7 Eylül, burjuvazinin Türkleştirilmesinde önemli bir merhaledir.

“Burjuvazinin Türkleştirilmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmez hedefi ve planı olmuştur ve bu plan büyük ölçüde tamamlanmıştır.”

Macar, Dr. Dilek Güven’in 6-7 Eylül olayları üzerine yeni çalışması, “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları” kitabının da bunu gösterdiğini söylüyor.

” Dilek Güven’in kitabından görüyoruz ki, 6-7 Eylül yalnız Kıbrıs nedeniyle Rumlara karşı bir saldırı değildi. Saldırılanların azımsanmayacak bir bölümü Rum değil. İş planlı, ellerinde listelerle saldırıyorlar; ama saldırılanların önemli bir bölümünü de diğer gayrimüslimler oluşturuyor. Bunu bir azınlık karşıtı planın dışında göremeyiz.”

Oran: Kanundışı sermaye transferinin kilometre taşı

Baskın Oran, sermayenin gayrimüslimlerden Müslüman tüccarlara transferi için kullanılan, “sert, kanundışı sermaye transferi” diye adlandırdığı olayların beş örneği olduğunu söylüyor:

“Sert sermaye transferinin ilk örneği 1915’tir; Adana çevresinde zengin olanlar bunun örneğidir. İkinci olay, 1934, Trakya Yahudi olaylarıdır. Üçüncüsü, 1942, Varlık Vergisi. Dördüncüsü 6-7 Eylül 1955 ve beşincisi, 1964’te Yunan pasaportlu 12 bin Rum’un İstanbul’dan kovulmasıdır.

“Bu nedenle, 6-7 Eylül sert tedbirlerle, kanundışı tedbirlerle yapılmış sermaye transferleri içerisinde kilometre taşıdır.”

Macar: Geçmişle yüzleşme, Türkleştirmenin söylemini sarsıyor

Macar, 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili daha çok şey bilmenin, neden önemli olduğunu şöyle anlatıyor:

“Tarihimizde bir sürü karanlık noktadan biri olan bu konunun son yıllardaki yayınlarla bir nebze de olsa aydınlığa kavuşması, gerçek tarihimizi öğrenmemiz açısından olumlu; işe yarıyor.

“Bugün bu olaylara baktığımızda en büyük sorun şu: Ne olduğunu bilmiyoruz; belgeler kapalı; arşivler açılmıyor. Bunları bilmeden nasıl geçmişle hesaplaşabiliriz?

“6-7 Eylül nispeten daha iyi bilebildiğimiz bir konu; bu anlamda önemli bir örnek. Epeyce insan, bize öğretilenlerin dışına çıkıp, yok sayılmış şeylerin olduğunun farkına varıyor. Her türlü çaba bir alternatif tarih yazımı çabası oluyor. Bunun şehirli kimliği açısından da -azınlıklarına, geçmişine sahip çıkmak; yapılan hatalardan ve çirkinliklerden utanmak- açısından da bir anlamı var.

“Atalarımızın, devletimizin hata yapabileceğini, geçmişte hata yapmış olabileceğini görüyoruz. Bu bilgi, Türkleştirmenin temel söylemini sarsıyor.

Ve bunları görmek öğrenmek, bu tür sergiler açılması, bize bu ülkenin baştan beri bugünkü kadar homojen olmadığını gösteriyor.”

Şehrin kozmopolit geçmişinden radikal kopuş

Elçin Macar, 6-7 Eylül olaylarının gerçekleştiği 1950’li yılların ve saldırganların profilini de şöyle çiziyor:

” 50’li yıllar Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal ve tarihi olarak Osmanlı’yla ilişkilerini kestiği son tarih; o kuşaklar, o kültür bitiyor; şehir değişmeye başlıyor. Örneğin gecekondulaşma başlıyor. Şehrin sosyolojik yapısı değişiyor. Hiç gayrimüslimlerle bir arada yaşamamış insanlar İstanbul’a geliyor; Taşlıtarla gibi, Kağıthane, Alibeyköy gibi yeni semtler oluşuyor. Olayları gerçekleştiren “failler”in profili bu.

“Aynı zamanda şehrin kozmopolit geçmişiyle radikal kopuşunu da ifade ediyor bize 6-7 Eylül. O güne kadar, bir sürü rahatsızlık yaşandığı halde hiç böyle bir olay gerçekleşmemiş.

“Somut olarak, kitaplardan, belgelerden edindiğimiz bugünkü bilgimizle çok net biliyoruz ki, faillerin başındakilerin resmi bağlantıları var; bu kesin. Artık şu tartışmaları netleştirmeye çalışıyoruz: Bunu tamamen resmi kurumlar mı yaptı; yoksa bazılarının dediği gibi resmi kurumlar organize etti de, işin ucu mu kaçtı?”

Oran: Derin devlet sızmış, Menderes’in haberi yok

Oran, 6-7 Eylül olaylarının Kıbrıs politikasının bir aracı olarak ortaya çıkışını anlatıyor:

“Menderes ve arkadaşları böyle bir rezalet olacağını düşünmediler. O dönemde, Londra’da Kıbrıs görüşmeleri yapılıyordu. Dışişleri Bakanı Zorlu, ‘kitle gösterileri olursa, arkamda kamuoyu var diyebilirim’ diye bu işleri istedi.

Bu sırada Kıbrıs Türktür derneği kurulmuştu, içine MİT ajanları, Özel Harp Dairesi ajanları sızmıştı; bunu hesap edemedi. İşin içine derin devlet sızmış, Menderes’in haberi yok.”

Oran, bu noktada, emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun gazeteci Fatih Güllapoğlu’yla mülakatında söylediği, “Ne mükemmel bir özel harp harekatıydı; amacına da ulaştı” sözünü anımsatıyor. (TK)

Yorumlar kapatıldı.