İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Elli yıl var ki!

Hadi Uluengin

ASLA silinmemek üzere beynime kazınmış ilk anım aşağıdaki dehşet olaya uzanıyor.

Demek ki 6 Eylül 1955 akşamı olmalı, babam ve dayım aniden dayımın otomobiline bayrak astılar ve sayfiyede bulunduğumuz Kızıltoprak’tan İstanbul tarafına hareket ettiler.

Sonra öğrendik, Üsküdar yasak olduğundan Beykoz’daki araba vapuruyla geçmişler.

Gece indi ki, yüzlerinde derin kaygı, köşkün bütün kadınları cihannümaya tıkıştılar.

Anneannem, annem, yengem ve Faika teyzem yer yer yangın alevlerinin seçildiği ve uzaktan uzağa siren seslerinin işitildiği şehre bakarak hüngür hüngür ağlıyorlar.

Durumu kavrayamayan bense geç yatmak izninini koparttığım için pek seviniyorum.

Ey bre gafil çocuk, ülkende, kentinde, semtinde, başta Rum yurttaşların olmak üzere gayrimüslim vatandaşlarına karşı cinayet ve yağma suçu işlenmektedir, neye seviniyorsun?

* * *

BABAM iki hafta eve dönmedi. ‘Aya Stefanos’ dediğimiz Yeşilköy’de kaldı.

Çünkü, hayatta can ve meslekte iş yoldaşı Koço Amcam’ın kılına hálel gelmesin; eşi Marika Teyzem’in iffetine toz konmasın; çocukları, Eleniçe Ablam’ın ve vaftizine yeni gittiğim Hristaki’nin beşiklerine çapulcu eli değmesin diye, ‘has be has Türk’ (!) kimliğini siper edinerek, Anastasiyadis familyasının canını, ırzını ve malını kendi namusu belledi.

Aksi takdirde, şakası yok, komşu Müsü Niko’larda ve Madam Espina’larda olduğu gibi, gözü dönmüş alçaklar káh o canın, káh o ırzın, káh da o malın icabına bakıverecekler.

Ve babam yine sonra anlattı ki, İlya Dayı’ya ait Tophane hanındaki küçük matbaayı, yani iki ortağın isim soyadı kısaltmasından dolayı tabelasında ‘FUKA Offset’ yazan işletmenin yağmalanıp yağmalanmadığını öğrenmeye ancak ertesi akşam gidebilmiş. Allah kağıt balyalarını taşıyan Ramazan’dan razı olsun, Rom hamal ‘mimleme’ işaretini sildikten sonra tabeláyı da bayrakla örtünce, gürûh çevreye saldırmakla yetinmiş.

Ötekiler gibi, Manol Abi’nin mürettiphanesi ve Dikran Usta’nın aşevi yok oluvermiş.

* * *

SONRA, ertesi gün müydü, yoksa 8 veya 9 Eylül müydü tam bilemiyorum ama, ben o ‘yok edilmiş’ şeylerden ilkini Kurbağlıdere köprüsünde ve bir buzdolabı olarak gördüm.

Annem ve anneannem beni almış karşıya geçiyorlardı ki, sahibinin Rum değil Musevi olmasına rağmen yine de Kadıköy’deki ‘Odeon’ mağazası yağmalanmıştı. Oradan çıkartılıp vasıta arkasına bağlanan bir frigonun kapağı da Altıyol’da, gövdesi ise Yoğurtçu’da kalmıştı.

İskelede hayatımın ilk tankını gördüm. Beyoğlu’na nasıl çıkıldığını ise hatırlamıyorum.

Caddeye yayılmış kumaş, kürk, züccaciye üzerinde yürüyerek ve parçalanmış vitrin ve kepenkleri önünde süngülülerin beklediği dükkanlara bakarak Hacapulos Pasajı’na geldik.

Aile iskarpincisi Panos Usta’nın yangın isi kokan ve harabeye dönmüş atölyesine girince de adamcağız acılı Rum şivesiyle ‘Hanımcım, n’oldu bize’ diye anneanneme sarıldı.

Ustacık ağlar, bizimkiler ağlar, vahameti farkettiğimden ben de zırlamaya başladım.

O ‘vahim şey’ ise bana çok, çok sonra, ancak yetişkinliğe eriştikten sonra açıklandı.

Alçaklar, Tatavla’da, yani Kurtuluş’ta, Panos Usta’nın kızı Anthi’yi iğfal etmiştir!

* * *

ÇOK daha ötesi de var ama abarttığım sanılabilir. O halde, elli yıl önce bugün Rum yurttaşlara karşı gerçekleştirilen ve yarım asırlık utancını idrak ettiğimiz dehşet fotoğraflarını kendi gözlerinizle görmek için, yine bugün ‘Karşı Sanat Galerisi’nde açılacak sergiyi gezin. Abarttığımı mı, yoksa tam tersine, azın azının azını mı söylediğime siz karar verin.

O fotoğraflar ki, Beyoğlu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde suçluları yargılayan ve ‘adiller içinde adil’ sıfatıyla nûr içinde yatsın, Hakim Tümamiral Fahri Çoker’in ölümünden sonra yayınlanmak kaydıyla ‘Tarih Vakfı’na bağışladığı en birinci el özel koleksiyondan geliyor.

Yarın konuyu daha genel bir çerçeveye oturtarak inceleyeceğim.

Yorumlar kapatıldı.