İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Bir daha olmasın diye 6-7 Eylül unutulmasın´

6-7 Eylül 1955’te azınlıklara yönelik saldırıların üzerinden 50 yıl geçti. Olayların tanıkları Milliyet’e saldırı gününü anlattı. Yusufidis, “Bir grup gidiyor, bir başka grup geliyordu. Mahallemiz mahvoldu. Olaylar sonrasında Yunanistan’a gittim. 5 yıl kaldım orada ama yapamadım. Vatan hasreti ağır bastı, döndüm” diyor

Tanıklarla 6-7 Eylül olayları – 1 / Önay Yılmaz

Atatürk’ün evinin bombalanması bahane edilerek, “Ya taksim, ya ölüm” sloganı altında, gayrimüslimlerin mallarının yağmalandığı 6-7 Eylül 1955 olayların ardından tam 50 yıl geçti. Olaylarının tanıkları, aradan bunca zaman geçmesine rağmen o günleri ve yaşananları unutamıyor. Pek çok tanık, olayları yönlendiren grupların başında “Kıbrıs Türk’tür Derneği”nin bulunduğunu gösteriyor.

Yine olayları yaşayanların ifadeleriyle, değişik semtlerdeki yağmacıların kullandığı sopaların “aynı tornadan çıkmışcasına” eşit büyüklükte ve kalınlıkta olduğu, azınlıklara ait ev ve işyerlerinin önceden tespit edildiği, hatta kimi yerlerde bu ev ve işyerlerinin tebeşirle işaretlendiği gerçeği ortaya çıkıyor.

İstanbul’da Rumca çıkan Apoyevmatini gazetesinin yönetmeni 66 yaşındaki Mihail Vasilidis, tanıklarından sadece birisi. Tekrarlanmaması için olayların unutulmaması taraftarı olan Vasidilis, olay gününü şöyle anlatıyor:

Orası Müslüman evi

“Rıza Paşa yokuşunda bir kumaşçıda çalışıyordum. O gün etraftaki Türk esnaf, gayrimüslim komşularına, ‘Bugün dükkânlarınızı kapatın’ diyordu. Hem yardımcı olmak istiyorlardı; hem de açık açık söyleyemiyorlardı. Sabah piyasa tuhaftı. Tanımadığımız müşteri kılıklı kişiler devamlı bir aşağı, bir yukarı gidip geliyordu.

Dükkânları kapattık. Evimiz Hammalbaşı ile Tarlabaşı caddelerinin kesiştiği yerdeydi. Babam diş doktoruydu, evde muayenehanesi de vardı. Apartmanda, mal sahipleri, Ermeni madam ve diğer Rum komşular oturuyordu. Eve yaklaştığımda kapıcı Ahmet Efendi, telaşla beni çağırdı. Kapıyı kapattı, bayrağı aldı ve dışarı çıktı. O sırada büyük bir kalabalık bağırarak gelmeye başladı. Bu arada Ekspres gazetesi çıktı. Millet galeyana geldi, sağa sola saldırmaya başladılar. Bizim eve geldiklerinde Ahmet Efendi, ‘Orası Müslüman evidir, orada Rum yoktur’ dedi. Onlar geçtikten sonra Ahmet Efendi, bayrağı ve kazmasını aldı. Onların peşinden diğer Rum evlerini tahrip etmeye, yağmalamaya gitti. Bu adam, bizi, alışverişini yaptığı, bahşişini aldığı, evde yemek piştiği zaman ona da verildiği kişiler olarak görüyordu. Halbuki öbürleri, tanımadıkları Rumlardı. Rum, ona empoze edildiğine göre düşmandı, ötekiydi. Bizi Rum kimliğiyle görse belki kurtarmayacaktı.”

Göçün başlangıcı

Vasilidis, 6-7 Eylül’ün göçün başlangıcını hazırladığını söyleyerek, şöyle devam ediyor:

“Bilinli olarak azınlıkları eritme, ticareti ele geçirme çabasıyla bu olaylar gerçekleşti. 6-7 Eylül’den sonra Rumlar, artık kendi geleceklerinin değil, çocuklarının geleceğinin burada olamayacağına karar verdi.

İşlerini küçülttüler. Göçün hızlanması, 1964’te İsmet İnönü’nün başında bulunduğu CHP hükümetinin 12 bin Yunan uyruklu Rum’u sınır dışı etmesiyle oldu. Bunlar Türkiye doğumluydu, Yunanistan’ı hayatında görmemiş kişilerdi, ama 48 saat içinde tek bir bavulla ülkeyi terk etmeleri istendi.”

5317 mekân saldırıya uğradı

6 – 7 Eylül Olayları’nda, 4214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5317 mekân saldırıya uğradı. 150 milyon TL, dönemin 54 milyon Amerikan dolarına eşdeğer hasar meydana geldi. DP hükümeti, zarara uğrayanlara 60 milyon TL tazminat ödedi. İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi. Savcılar, ilk soruşturmalarda, Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ve gençlik örgütleri üzerine yoğunlaştı. Daha sonra yargılamalar, DP iktidarının baskısıyla, ‘Komünistlerin tahriki” yorumlarına yöneldi. 1960 müdahalesinden sonra, bu olaylar Yassıada yargılamalarının gündemine geldi. Olaylar, Yassıada’da DP iktidarının hazırladığı bir tertip olarak sunuldu ve ceza konusu oldu.

Emniyet güçleri pasif kaldı

Konuyla ilgili kapsamlı bir araştırma yapan, yabancı arşivlerde yeni belgeler bulan Bochum Ruhr Üniversitesi Tarih Fakültesi’nden Dr. Dilek Güven, “6-7 Eylül Olayları”nı şöyle anlatıyor:

“Kıbrıs sorunu, 1955’te Türk kamuoyunun gündeminde başköşeye oturmuştu. Londra’da Kıbrıs konusunda görüşmeleri sürdüren Dışişleri yetkilileri temaslarına devam ederken, Atatürk’ün Selanik’teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayımlandı. Bunun üzerine, ‘Ata’mızın Evi Bombalandı’ manşeti ile ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesinin nüshaları, o dönemde kurulmuş olan ‘Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’ üyeleri tarafından bütün İstanbul’da satıldı.

DP’nin teşviki

Halkı galeyana getirmek üzere kullanıldı. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin önayak olması ve diğer gençlik örgütlerinin, meslek kuruluşlarının, DP parti teşkilatının ve resmi, gayri resmi bazı makamların telkin ve teşvikleriyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitleler tarafından 6 Eylül akşamı Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir tahrip, yağma ve yıkım eylemi gerçekleştirildi.

20 – 30 kişilik gruplardı

Azınlıklara yönelik bu saldırılarda, emniyet güçleri pasif bir tutum sergiledi. Gayrimüslimlerin ev ve işyerlerinin adresleri hakkında önceden bilgi sahibi olan, 20 ila 30 kişilik organize birliklerin kent içindeki ulaşımı özel arabalar, taksi ve kamyonların yanı sıra otobüs, vapur ve hatta askeri araçlar yardımıyla sağlandı. İstanbul’un her yerinde yağmalar aynı yöntemle gerçekleştirildi. Kiliselerin içindeki kutsal resimler ve diğer eşyalar tahrip edildi, bazı kiliseler ateşe verildi.

Sabah ezanına kadar kırdılar…

Olayları yaşayanlardan biri de İstavri Yusufidis. Yaşamını Balıklı Rum Hastanesi Huzurevi’ndeki tek odasında eski eşyalarıyla sürdüren 85 yaşındaki Yusufidis, sanki yeniden o olaylar yaşanacakmış gibi, endişeli başlıyor sözlerine:

“Ayvansaray’da oturuyorduk. Eminönü’nde bir toptancı dükkânında çalışıyordum. 6 Eylül gecesi büyük bir uğultu duyduk. Kalabalık bir grup bağırıp sloganlar atıyordu. İlk tahribe Eğrikapı’daki kiliseden başladılar. Vura vura, kıra kıra geliyorlardı. Sıra bizim eve geldiğinde çocukluk arkadaşım İsmail Çavuş bizi korudu. Daha sonra bir Rum kadınıyla yaşayan ağabeyini korumak için arka mahalleye gitti. O gidince bir grup, evimizin ön tarafını kırıp döktü. Mahallemiz mahvoldu. Sıkıyönetim ilan edilmesine rağmen tahrip ediyorlardı. Sabah ezanıyla çekildiler. Daha sonra Fener’de toplandık. Olaylardan sonra Rumların çoğu yurtdışına göç etti. Bize tazminat verdiler; ama ne kadar pek hatırlamıyorum. Ben de Yunanistan’a gittim; 5 yıl kaldım orada ama yapamadım. Vatan hasreti ağır bastı, geri döndüm. Şimdi burada huzurluyum.”

Çapulculardı, başka yerden gelmişlerdi

İstanbul’da Rumca çıkan gazetenin tek mirasçısı olan 89 yaşındaki Evseviya Adosoğlu da yaşamını Yusufidis gibi Balıklı Rum Hastanesi Huzurevi’nde sürdürüyor. Adosoğlu, o yıllarda ailesiyle birlikte Bakırköy’de oturduklarını söylüyor ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“Bakırköy’de köşebaşında bir evde oturuyorduk. Babam nakliyat işiyle uğraşırdı. Küçük kardeşim Vasili, Zeytinburnu’nda bir fabrikada çalışıyordu. Büyük ağabeyim Yorgi ise doktordu. Komşularımız bizi çok severdi. Bir şeyler olacağını öğrenen kardeşim Vasili’nin fabrikadan arkadaşları 6 Eylül akşamı bizim evin önüne geldi. Ben ne olduğunu anlayamadığım için kardeşimin arkadaşlarına içeri gelmelerini, dışarıda üşümemelerini söyledim.

Ancak onlar, ‘Şimdi olmaz, birazdan geliriz’ dediler. Ve sırayla evin önünde nöbet tuttular. O gözü dönmüş kalabalıktan bizi korudular. Evimizin önünde etten duvar ördüler. Arka mahalledeki daha kalantor Rumlar büyük zarar gördü. Evleri, dükkânları yağmalandı. Kiliseye bir şey olmadı. Gelenler oldukça bitkindi. Başka yerlerden geldikleri için yorgundular. Çapulcu takımıydı.”

YARIN

Başbakan Menderes’in yüzü sapsarıydı…

Tüccarlar nasıl davrandı?

Dükkânını kurtarmak için kim mevlit okuttu?

Yorumlar kapatıldı.