İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

”Soykırım” tezinin zaafları

Şahin Alpay

Osmanlı Ermenilerine ne oldu? Ölenlerin sayıları konusunda anlaşmazlık olmakla beraber, Suriye’ye tehcir edilen, yani zorunlu göçe tabi tutulan yüz binlerce Ermeni’nin katliam, açlık ve hastalıktan telef olduğu konusunda tartışma yok.

Tartışma, esas olarak, 1915-16’da meydana gelen katliamları İttihat ve Terakki yönetiminin örgütlemiş olup olmadığı, yani bunun kasten uygulanmış bir “soykırım” olup olmadığı sorusu üzerinde odaklanmakta. Bu soruya ilişkin en yeni katkı, ABD’de yayımlanan Middle East Quarterly dergisinin Sonbahar 2005 sayısında yer alan “Revisiting the Armenian Genocide/Yeniden Ermeni Soykırımı Üzerine” başlıklı makale (www.meforum.org/article/748). ABD’nin Massachusetts Üniversitesi emekli siyaset bilimi profesörü Guenter Lewy’nin makalesi, yazarın bu yıl yayımlanan “The Armenian Massacres in Ottoman Turkey: A Disputed Genocide/Osmanlı Türkiye’sindeki Ermeni Katliamları: Tartışmalı bir Soykırım” (Utah Üniversitesi Yayınları, 2005) başlıklı kitabının ulaştığı sonuçların bir özeti niteliğinde.

Lewy, katliamların Osmanlı hükümetinin Ermenileri imha kararı sonucu meydana geldiği, yani soykırım oluşturduğu tezinin sağlam temellere dayanmadığını ileri sürüyor. Lewy’nin argümanları şöyle: Dikkatli bir şekilde incelendiği takdirde, soykırım tezinin dayanaklarından her birinin oldukça tartışmalı olduğu görülüyor. Soykırım tezinin birinci dayanağı, 1919-20 yıllarında kurulan Osmanlı askerî mahkemelerinin İttihat ve Terakki hükümeti yetkililerini Ermeni katliamlarını örgütlemekten sorumlu bulup mahkum etmiş olması. Ne var ki, (Türk kamuoyunda İttihatçı yöneticilere karşı kişisel intikam duygularıyla motive olduğuna ya da İtilaf devletlerinin ve özellikle İngiltere’nin Osmanlı devletini paylaşma planının bir parçası olduğuna inanılan) bu mahkemeler hukuk kurallarına uygun bir biçimde görülmediği gibi, verdikleri kararlar da doğruluğu denetlenmeyen belge ve ifadelere dayanıyordu.

Soykırım tezinin ikinci dayanağı, katliamların resmi bir kuruluş olan Teşkilat-ı Mahsusa tarafından gerçekleştirildiği. Oysa bu teşkilat üzerine bugüne kadar gerçekleştirilen tek akademik araştırmayı yapan Philip Stoddard’a göre, Ermeni tehcirinde bu teşkilatın hiçbir rolü olmadı. (”The Ottoman Government and the Arabs, 1911 to 1918: A Study of the Teşkilat-ı Mahsusa/Osmanlı Hükümeti ve Araplar: 1911-18: Teşkilat-ı Mahsusa Üzerine Bir Araştırma”, yayımlanmamış doktora tezi, Princeton Üniversitesi, 1963.) Yeni belgeler ortaya konmadıkça bu ilişki kanıtlanmamış bir iddiadan ibaret kalmaya mahkum. Katliamları kimin gerçekleştirdiği sorusuna kesin bir cevap verilmesi çok güç. Teşkilatı suçlamak politik bakımdan uygun görülebilirse de katliamların yağmacı Kürt aşiretleri ve güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilmiş olması daha büyük olasılık. Soykırım tezinin en güçlü dayanağı ise, Aram Andonian adlı bir Ermeni’nin Halep’teki tehcir komitesinin sekreteri Naim Bey’den aldığını ileri sürdüğü, katliamları Talat Paşa’nın emrettiğini gösteren resmi belgeler. Oysa önde gelen Osmanlı tarihçilerine, bu arada Erik Zürcher’e göre, Andonian belgelerinin “sahte oldukları gösterilmiştir”. Resmi kayıtlarda adına rastlanmayan Naim Bey’in varlığı bile kuşkuludur.

Lewy, bu argümanlardan hareketle, “soykırım mıydı, değil miydi” sorusu etrafında dönen sağırlar diyaloğunun terk edilmesi ve sağlam veriler toplanmasına yönelik ciddi tarih araştırmalarına odaklanılması gerektiği sonucuna varıyor. “Tarihi, onu siyasi amaçlarına hizmet etmesi için yağmalayan milliyetçilerin elinden kurtarmanın mümkün olup olmayacağını zaman gösterecek.” diyor. “Ermeni sorunu”na çözüm elbette ki tarihçilerin değil siyasetçilerin görevi. Ne var ki, tarihi aydınlatmak da birbirlerinin çalışmalarını eleştirerek denetleyen ciddi tarihçilerin işi. Bu ciddi işin teşvik edilmesi, Ermeni katliamlarının faillerinin ortaya çıkarılması için ise, tarih “soykırım” suçlamasının ipoteği altında tutulmamalı.

Yorumlar kapatıldı.