İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Etyen Mahçupyan’ın Kürt sevgisi

Aydın Candabakoğlu

ZAMAN Gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan’ın gözü aydın… Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in, “Bizi arkadan harçerliyorlar” sözleri üzerine iptal edilen, daha doğrusu “ertelenen” sözde Ermeni soykırımı toplantısı yapılıyor. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki toplantıya üstelik Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül de, “seve seve” katılacağını açıkladı. Bundan iyisi, Erivan’da tahteravalli olsa gerek… Hem Bakan Gül, hem düzenleyiciler hayrını görür inşallah…

NOKTA: Gerçek aydın sadece bakmakla yetinmez.

Gördüğünü de çarpıtmaz.

Gerçi Bakan Gül, söz konusu toplantının yapılacağı tarihlerde yurt dışında olacak, yani fiziken katılması mümkün değil. Ama “katılırım” demesinin anlamı büyük. Bir nevi destek veriyor. Bu desteğini dışa vuruyor. Toplantıyı legalize ediyor ve daha önce kabine arkadaşı Çiçek’in tepkisini bir kenara atıp çıkıyor. Yani toplantıyı düzenleyenlerin ekmeğine yağ sürüyor. Daha ne isteyebilirler?..

Etyen Mahçupyan’ın “Ermeni meselesi”ndeki hassasiyetini, tavrını ve yaklaşımını biliyoruz zaten. Televizyon ekranlarında, herkes gördü onu. Kendini kaybediyordu “soykırımı” savunurken. Yazılarını da okuyanlar biliyor zaten.

Neyse, bizim konumuz Mahçupyan’ın Ermeni meselesiyle ilgili tavrı ve kişisel görüşleri değil. Onun asıl “devlet”le sorunu var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile problemleri olduğu anlaşılıyor. Hassasiyeti sadece Ermeniler için değil, Kürt kartında da yerini alıyor. Açık açık devleti suçluyor.

——————————————————————————–

ETYEN Mahçupyan’ın 22 Ağustos 2005 tarihli Zaman’da yer alan yazısından bölümlere yer vermek istiyorum.

Bakın neler yazıyor?

“Devletin taraf olduğu her çatışma, toplumun kasıtlı olarak cahil bırakıldığı sürece tekabül eder. Çünkü devlet kendi eylemlerini toplumun gözünde meşru kılmak için uğraşırken, hem karşı tarafın yaptıklarını abartır, hem de kendininkileri gizler ve çarpıtır. Kürt meselesi açısından da durum aynı… PKK’nın yaptıklarını bütün tafsilatıyla bilmemize karşın, bölgedeki korucu ve jandarmanın davranışı hakkında fazla bir fikrimiz yok.

….

Ama öldürülen akrabaların cesedini bırakıp kaçmak zorunda kalan; anası, bacısı, karısı dövülüp bilinmez bir yerde bir süre tutulan; ardından kimden olduğu hiçbir zaman bilinmeyecek hamile eşiyle yaşayan birini düşünün… Jandarmaya karşı uygunsuz konuştuğu gerekçesiyle köy meydanında dipçikle yüzü darmadağın edilen, evindeki eşyaları karakola götürülerek kullanılan, yakınını dağlarda organları kopuk olarak bulan birini de hayal edin… Bu görüntüler birçoğumuz için ancak düşünce ve hayalle üretilebilir şeyler belki; ama ‘bölge insanı’ için değil… Burada örneklenen vakaların sayısız benzerleri tutanaklarda yer almakla kalmamış; tüm köy ahalisinin gözleri önünde yaşanmış durumda…

Dolayısıyla devletin gerçekten de epeyce ‘günah’ işlemiş olduğunu bilmekte yarar var.”

DEVLETE “günah” işleten Mahçupyan’ın sadece bu iki paragraflık yazısındaki “günahlara” bakalım isterseniz.

Öncelikle şunu bilmek gerekir ki, en ilkel devlet yönetimleri bile, “çatışmasız” bir düzen ister. Onun için devletler, çatışma ortamları olmamasına gayret eder, çatışma zeminini ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler alır. Çünkü çatışmalar otoriteyi, dolayısıyla devleti yıpratır. Çatışma olmamalı ki, devlet otoritesi sürsün…

Bu bakımdan çatışma yaratanlar, tamamen devlete karşı olan güçlerdir. Bununla devletin her zaman haklı olduğunu söylemek istemiyorum. Bazen devletin haksızlıklarına karşı çıkışlar da söz konusu olabilir. Mesela şu anda Irak’ta yaşananlar veya totaliter yönetimlere yönelik başkaldırılar, devleti ellerinde bulunduran güçlere karşı haklı çatışmalara örneklerdir. Ancak söylemek istediğim şu ki, çatışma ortamının devletlerin istediği bir şey olmadığıdır.

Kaldı ki Türkiye’de olagelenler karşısında toplumun cahil bırakılması söz konusu olamaz. Günümüz demokratik ortamında toplum, “çatışma”nın bizatihi içindedir ve her şey toplumun önünde gerçekleşmektedir.

Mahçupyan’ın devlete yüklediği ve günah olarak yakıştırdığı bütün “pislikler” (olmuşsa dahi), kendisine kadar ulaştığına göre, demek ki sır olmaktan çıkmış ve dolayısıyla gizlenmesi söz konusu değildir. “Bölgedeki korucu ve jandarmanın davranışı hakkında fazla bir fikrimiz yok” demekle birlikte, hemen bir paragraf sonrasında yazar kendisini tekzip etmekte ve yapılanların tutanaklara geçtiğini belirtmektedir.

Kaldı ki, bu tür insanlık dışı davranışlara muhatap olanların açtıkları ve kazandıkları davalar olduğunu da biliyoruz.

Sadece bu bile, şeffaflığın, hukukun hakim olduğunun göstergesi ve aynı zamanda yapılanların asla devlet politikası olmadığının ispatıdır. Yanlış yapan, tespit edilerek cezalandırılmış, devlet de tazminatlar ödeyerek yapılanın yanlışlığını kabul etmiştir.

Yazarın yanıldığı bir diğer nokta da, “PKK’nın yaptığının bütün tafsilatıyla bilindiği” şeklindeki değerlendirmesidir.

Keşke bölge insanına bunu da sorsaydı Mahçupyan’ın bahsettiği araştırmacılar.

Ben, mesela iki oğlu dağa çıkarılıp hunharca katledilen, hatta birinin cesedini bile alamayan bölge insanı bir “baba” biliyorum. Üstelik kanlı örgütün saldığı korku nedeniyle hâlâ “Ben de PKK’lıyım” demek zorunda kalan bir baba…

Bundan daha büyük acı, bundan daha hazin bir dram olabilir mi, zerre kadar vicdanı olan söylesin?..

Kızları kaçırılan, hayvanları, kışlık erzakları ellerinden alınanları, vergiye bağlananları bölge insanı biliyor.

Devletin bir görevlisinin işlediği suçun hesabını sorabiliyoruz, mahkûm ediyor, tazminat da ödetiyoruz.

Peki ya PKK’nın yaptıkları…

Onları bilmiyorsunuz bile Mahçupyan Bey, veya bilmek istemiyorsunuz…

Yorumlar kapatıldı.