İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Düşünmeye davet: Milas

Etyen Mahçupyan

Hitler deneyimi, insanlığın ırkçılığı, yığınlara yönelik ‘makro’ ölçekli bir eylem biçimi olarak tanımlamasına neden oldu. Bugün dünyanın belirli bir bölgesinde ırkçılıktan söz ettiğimizde, geniş kitlelere yansıyan bir olumsuz ayrımcılık pratiğini, belirli bir kültürel kimliğe karşı bilerek işlenen insanlık suçlarını kastediyoruz.

Oysa ırkçılık ‘mikro’ ölçekte beyinlerimizin içinde, gündelik akıl yürütmelerimizin parçası olarak da epeyce kullanılıyor. Örneğin birkaç ay önce AB Uyum Komisyonu’nun ‘Ermeni meselesini’ tartışmaya açtığı toplantıda, deneyimli bir milletvekilimiz, Mavi Kitap’taki belgelerin yalan olduğunu; çünkü bunların büyük çoğunluğunun misyonerler tarafından yapılmış gözlemleri aktardığını söylemişti. Çevremizde yapacağımız ufak bir soruşturma, muhtemelen bu yargının hiç de yadırganmadığını ortaya koyacaktır. Çünkü sözkonusu bakış içimize o denli işlemiş durumdadır ki, bize benzemeyenlerin bizim lehimize herhangi bir tavır içinde olmaları veya beyanda bulunmaları gerçekçi gelmeyebilmektedir… Ne var ki bir kişinin salt kimliğinden hareketle kategorik olarak yalan söylediği önermesi, milliyetçiliği de aşarak ırkçılığa yelken açan bir eğilimin ifadesidir.

Irkçılığın gözlemlediğimiz büyük tarihsel olaylardan ziyade, kafamızın içindeki neredeyse doğallaşmış yargılarda aranması gereğine ilişkin en ufuk açıcı dürtülerden biri Herkül Milas’ın 5 Nisan tarihli ‘Tarih ve Trajedi Üzerine’ başlıklı yazısıyla önümüze gelmişti… Yazının ufuk açıcılığı kuramsal yönünün derinliğinde değil, tam aksine konunun son derece basit ve insani bir çerçeve içinde sunulmasındaydı. Önce 1014 yılında Bizans İmparatoru 2. Basil’in başkaldıran Samuel’in ordusuna yaptıklarını aktaran Milas; ardından Yunan resmi tarih yazıcılığı açısından 1821 Müslüman katliamının da aynı biçimde ‘geçiştirilerek’ ele alındığını belirtmekteydi: “Haklı ayaklanma, kaçınılmaz intikam, ‘bazı aşırılıklar’, yasal savunma, dönemin alışılan pratiği gibi açıklamalarla vahşet başka boyutlar edinir: Tarihî bir ‘olay’ olur ve gerçekçilik adına duygular da kontrol altına alınır.”

Diğer taraftan yüreklerin soğutulması yaşanmış gerçekliği değiştirmese de Milas’a göre bu olaylar ırkçılık değildir. “Çünkü öldürenler ırk algılamalarına göre yola koyulmadılar, amaçları bir ırkı yok etmek değildi. Devleti kurtarmak ya da çapul gibi amaçlar egemendi o yıllarda.” Öte yandan Milas olayın ardında ırkçı bir dürtünün olmamasının olanları bir bakıma daha ‘iyi’ kılmadığına da dikkat çekmekte… Ancak asıl vurgulanması gerekenin geçmişte yaşananlardan ziyade, bizim o yaşananlara nasıl baktığımız olduğu, makalenin özünü oluşturmakta. “Irkçılık… bu eski olayların bugünkü yorumunda görülebiliyor… Eski olayların görmezlikten gelinmesi, bugünün insanının eski olaylarda kendini (ya da karşı ulusu) sorumlu görmesinde aramalıyız ırkçılığı.” Milas’a göre ırkçılık kuşaklar arasındaki bu bire bir ilişkinin algılamalarda yaşamaya devam etmesidir: “… Kişi olarak ilgisiz olduğumuz olayların avukatlığına soyunmak ırkçılıkla açıklanmazsa, (buna) başka ne anlam verilebilir?”

Milas’ın analizinde iki çarpıcı nokta hemen dikkat çekmekte: Birincisi kişinin kendisiyle ilgisi olmayan bir olaydan ötürü, olaydaki özne ile arasında kimlik bağı kurarak kendini suçlaması da bir tür ırkçılıktır. Çok daha zararsız olsa ve hatta genelde psikolojik açıdan olumlu sayılsa bile. Bu gözlem bizi ikinci noktaya getiriyor: Irkçılıktan kurtulma ve sağduyulu algılama kendi kimliğine karşı mesafe almayı ima eder. Tam da bu nedenle ‘ırkçı bir entelektüel’ olamayacağı gibi, ırkçılıkla dirsek teması içinde olan ideolojilerden de gerçek fikir adamları çıkmaz.

Yorumlar kapatıldı.