İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ada sahillerinde taciz yok ama adap da yok!

Bir günlük ada gezisinden çıkan sonuç şu: Adalılar günübirlikçilere kızgın değil, sadece biraz özen istiyorlar. Gelenlerin yüzde 99’u zaten kendi halinde aileler… Onlardan taciz maciz çıkmaz. Donla denize giren var mı? Var. Tuvaletini denize yapan var mı? Var… Mangal yapan var mı? Çok yok… Zira buraya gelenlerin pirzolaya verecek parası yok!

29.08.2005

Ne olduysa oldu, bu yıl plaj keyfi kaçtı. Önce Caddebostan Plajı’ndaki don meselesi, derken adalılara taciz haberleri… Kınalıada sakinlerinin çoğu Ermeni olunca, işin içine kültür çatışmasının yanı sıra bir de azınlık sorunu girdi. “Bir vapura atlayıp, hem haber yapalım hem de biraz keyif” dedik. Vapur sudan ucuz, 2 milyon. Öğrenci 1 milyon…. Ucuz olunca, millet de çoluk çocuk, torun torba doluşuyor vapura… Piknik vapurda başlıyor gibi, zira yer bulamayan kilimi yere serip oturuyor. Herkes sonuna kadar eğlence modunda, sabah 09.00’da vapurda göbek atmaya başlayanlar bile var. 50 dakikada Kınalı’dayız. Vapurdan iniyoruz, garip ama adanın sahili dolmuş bile. Bizden önceki iki vapur zaten bayağı insan getirmiş. Geri kalanı ise bir gün önceden gelip yer kapmış. İyi de bu adada o kadar otel var mı ki! Yokmuş, gece gelip çoluk çocuk sahilde uyuyorlarmış.

Başımızın üstünde yerleri var!

Neyse, önce taciz meselesini çözmem lazım. Bu kalabalıkta gerçekten 60-70 yaşındaki kadınlara taciz yapan var mı onu öğreneyim. İstikamet adalı yaşlı teyzeler! En azından 20 teyzeye sordum… Biri bile tacize uğramamış. Peki bu söylenti nereden çıkmış? Bilen yok. Anlaşılan taciz mesele değil… Konuyu hafta sonu kalabalığına getiriyorum. “Gerçekten adalılar günübirlikçilerden hoşnutsuz mu?” diye soruyorum 66 yaşındaki bir Ermeni hanımefendisi Nelli Teminyan’a… Bayan Nelli, herkesin derdini anlayacak insanlardan… “Bu milletin hakkı. Tabii ki gelecekler, eğlenecekler. Buraya gelenlerin hemen hepsi yoksul. Kimbilir ne zor işlerde çalışıyorlar? Ne zorluklarla boğuşuyorlar. Bu ada bizim özel mülkümüz değil ki! Gelsinler başımızın üstünde yerleri var” diyor. Peki hiç rahatsızlık veren olmuyor mu? Biraz oluyormuş. Özellikle de son iki yıldır. Bayan Nelli, bunu kültür sorununa bağlıyor. Bu kadar çok insan olunca, bazen münasebetsizler de çıkıyormuş… Bayan Nelli’nin evi plajın tam karşısında… Bir kez donla denize giren gençleri uyarmış, “Çocuklar niye mayo almıyorsunuz, çok ucuz” demiş. İçlerinden biri “Böyle girsek ne olur ki hanım teyze” diye diklenmiş! Bayan Nelli, zeki kadın: “Peki çocuklar, siz donla girince her şeyinizi görüyorum. Görmemi mi istiyorsunuz?” deyince, çocuklar utanmış, doğru mayo almaya koşmuş.

Gelelim diğer adalıların şikayetlerine… Hemen hepsi, “Şu karpuzu buzdolabına koyar mısınız?”, “Tuvaletinizi kullanabilir miyiz?” gibi isteklerden illallah etmiş. Ayda Erbakkal bir ara gelen ziyaretçilerin tuvaletini kullanmasına izin vermiş, ama sonradan pişman olmuş. Çünkü pisletip çıkıyorlarmış. Bir kez de balkondaki masa örtüsü çalınmış. Bayan Ayda, “Şimdi soranlar oluyor ‘Tuvaletinizi kullanabilir miyiz?’ diye. ‘Hayır’ diyorum. Bu sefer ‘Niye?’ diyorlar. Ben mecbur muyum evime tanımadığım insanları almaya! Ama onlar da haklı. Çünkü tuvalet 1 milyon… Pahalı geliyor. Bence, belediye portatif tuvalet kursa bu sorun çözülür” diyor.

Göz banyosu yapan daha çok

Adayı gezerken bir ana-kıza rastlıyorum. Kız güzel mi güzel… Bikinisinin üstüne bir şort geçirmiş… Annesi ise haşemalı… Müzeyyen Hanım adada büyümüş… “Eskiden üç kız geceleri yalnız sinemaya giderdik. Şimdi gündüz bile dolaşmak zor” diyor. Kızına dönüyorum, “Sen rahatsız oluyor musun?” diye… “Taciz yok ama denizde banyo alandan çok, göz banyosu yapan var” diyor.

Bir duvar kenarında üç kadın, iki çocuk piknik yapıyorlar. Mönüde patates kızartması, kuru köfte, haşlanmış yumurta ve sarma var. Tam piknik mönüsü… “Ben de oturabilir miyim?” diye soruyorum. Buyur ediyorlar… Anneanne Remziye Öztürk, yıllardır Kınalı’ya gelirmiş. Son yıllarda hep bu duvarın dibini seçmişler, hem plaja yakın hem de gölge diye… “Evdekilere rahatsızlık vermemek için ne gerekirse yapıyoruz. Hiçbir şikayet de almadık. Çocuklar denize giriyor, biz sohbet edip, yemek hazırlıyoruz. Arkamızda da kesinlikle çöp falan bırakmıyoruz” diyor Remziye Hanım. Sofralarındaki temizlik titizlik zaten ilk görüşte anlatıyor bunu… “Peki tuvalet işini nasıl çözüyorsunuz?” diyorum. Aynur Hanım akşama kadar tutuyormuş. Kızı Melis ise Marmara’ya bırakıyormuş!

Başka tatil şansımız mı var?

Akşamı ettik… İskeleye gitme zamanı. 16.15 vapuruna yetiştik. Yine tıklım tıklım, mecbur yerde oturuyoruz. 50 dakika sonra Sirkeci’deyiz. Vapurdan inerken önümde kalabalık bir grup görüyorum. Genççe bir adam, ayağı sarılmış ama kan içinde… Onu, bir başka genç sırtında taşıyor… Aralarında bir sürü çocuk var. Gruptaki bir kadının yanına yaklaşıyorum. Elleri tencere tavayla dolu… Biri kucağında, ikisi yanında üç çocuk var. Yerdekilerden biri ağlıyor. “Niye ağlıyor?” diyorum. Ayakkabısı sıkıyormuş… Onu kucağıma alıyorum. Sohbete başlıyoruz. Filiz Karaduman, birkaç aileyle birlikte Esenler’den bir gün önce gelip, geceyi de adada geçirmişler. “Nerede kaldınız?” diye soruyorum. Önce utanıyor sonra, “Bir önceki sefer parkta, bu kez plajda kaldık” diyor. Öyle şilteleri serivermişler kuma, sonra nöbetleşe uyumuşlar. Sohbet ettikçe anlıyorum ki, bayağı zorlu bir hayatları var. Kıt kanaat yaşayanlardan Karaduman Ailesi… Yani başka bir tatil seçenekleri yok. Az sonra iskelenin çıkış kapısında aileler toplanıyor… Yaralıyı taşıyan genç sohbete katılıyor, konuşmaya başlamadan “Kötü bir şey yazmayacaksınız değil mi?” diye sorarak. “Tekstil işçisiyim. Sigortam yok. 750 milyon maaşım var. 250 milyon kira… 500 milyonla iki çocuğum ve karımı geçindirmeye çalışıyorum. Siz söyleyin, bizim başka bir tatil şansımız olabilir mi?” diyor. Hesap etmeye bile gerek yok, olamaz! Peki bu ada ziyareti de bütçeyi sarsmıyor mu? Belli ki sarsıyor, ama bir yudum nefes alabiliyorlar. Sohbet sırasında yaralı adam geliyor aklıma… Şans işte, iskeleden denize atlamış, demir çubuk girmiş ayağına… Sağlık ocağında pansuman yapmışlar ama şimdi hastaneye gitmesi gerek…

Bir günlük ada gezisinden çıkan sonuç şu: Adalılar ziyaretçilerine kızgın değil, sadece biraz özen istiyorlar. Yüzde 99’u zaten kendi halinde aileler… Onlardan taciz maciz çıkmaz. Kalan münasebetsizlere gelince… Onların şimdilik suç teşkil edecek bir münasebetsizliklerinin kaydı yok. Donla denize giren var mı? Var. Tuvaletini denize yapan var mı? Var… Mangal yapan var mı? Çok yok… Zira buraya gelenlerin pirzolaya para verecek parası yok!

Peki ya bu söylentiler? Çıkartanların günahını almayalım, ama canları sıkılıyor herhalde… Adalı dergisinde taciz hikâyelerini yazan Berberyan’a en azından adalılar sormalı: “Kim, nerede, nasıl tacize uğramış?” diye… Sormasalar da olur, zira bu ülkede kötü masal anlatmak da suç değil!

Haber: Mine ŞENOCAKLI

Foto: Zafer ÜÇÜNCÜ

Yorumlar kapatıldı.