İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Amerikan Senato Başkanına Rüşvet Verildi mi?

Taner Akçam

Aslında olay tam bir polisiye roman gibi. Konu Türkiye’de basında ne kadar yer aldı, bilmiyorum. Ayrıntılı tarama yapamadım ama hemen hemen hiç bir gazetede haber başlığı olmadı. Konunun basında önemli bir haber olarak yer bulmamış olması biraz şaşırtıcı.

Hikayenin kahramanı Sibel Edmonds. Sibel Edmonds ismi aslında özellikle Yeni Şafak gazetesi okuyucuları için bilinmez değil. Taha Kıvanç daha önce defalarca bu ismi ve etrafındaki olayları anlatmış ve tanıtmıştı. İran doğumlu bir Azeri Sibel ve 11 Eylül 2001’den sonra F.B.I.’da (Amerikan Fedearal Soruşturma Bürosu) tercüman olarak çalışmaya başlıyor. Daha sonra ise, 2002 baharında FBI’daki görevine son veriliyor. İşine son verilme gerekçesi, üstlerine yazdığı raporlar. Sibel bu raporlarda kendi birimindeki soruşturmalarda gördüğü bazı kasti ihmaller vb. hakkında bilgiler veriyor. Ekim 2002 tarihinde Amerikan CBS kanalında 60 Dakika adlı programa çıkarak dikkatleri üstüne toplayan Sibel Edmonds bu programda FBI ve Pentagon’a terörizm ile bağlantısı olduğunu tahmin ettiği bazı kişilerin sızdığını iddia eiyor. Konunun bizi ilgilendiren boyutu bu kişilerin Türk asıllı olmaları.

2002 yılından beri, Sibel’in verdiği ifadeler ve rapolar devletin milli güvenliği ile ilgili sayıldığı için, gizli olarak tasnif ediliyor. Ayrıca Sibel Edmonds’a konuşma yasağı getirilmiş bulunuyor. Sibel, Amerikan Kongresi çatısı altında kurulan 11 Eylül komisyonuna ve Adalet Bakanlığı yetkililerine de aktardığı bu bilgiler nedeniyle, 11 Eylül’de yakınları ölen kişilerin Devlet aleyhine açtığı davanın baş tanıklarından birisi olmuş durumda. Bu günlerde Sibel Edmonds, hakkındaki konuşma yasağının kaldırılması için Amerikan Anayasa Mahkemesine başvurmuş bulunuyor. Eğer mahkeme teklifi kabu ederse, Sibel’in ifadesi bilinir hale gelecek.

Vanity Fair dergisi 3 Ağustos 2005’de David Rose imzasıyla sadece Sibel Edmonds’a değil (Sibel konuşma yasağı nedeniyle teknik ayrıntılı bilgiler veremiyor) başka kaynaklara da dayanarak Sibel Edmonds etrafındaki olaylar hakkında oldukça uzun bir yazı yayınlandı. (http://infowars.com/articles/sept11/sibel_edmonds_interview.htm) Eğer bu yazı olmasaydı, 2002 yılından beri Sibel’in ifadesinde yer alan bazı ayrıntıları bilmiyor olacaktık. Meğer iddialar sadece 11 Eylül ve terörizm konusu ile ilgili değil, Ermeni Soykırım iddiaları ile de ilgili imiş.

Yazıdaki bilgilere göre, tüm hikaye Sibel Edmonds’un FBI’da çalışmaya başlamasından sonra, çalışma arkadaşlarından Melek Can Dickerson ve kocası Douglas Dickerson’un bir gün kendilerini ziyaret etmesi ile başlıyor. Melek ve kocası, Sibel’den A.T.A.A. [Assembly of Turkish American Association- Türk Amerikan Dernekleri Konseyi] ve A.T.C. [American-Turkish Council; Amerikan-Türk Konseyi] ile birlikte çalışmasını istiyorlar. Hatta, kısa zamanda zengin olacağını da söylüyorlar. Teklifi red eden Sibel çok şaşırıyor ve durumu üstlerine bildiriyor. Çünkü kendisinden ilişkiye geçmesini istediği örgütler ve ismi geçen bazı şahıslar FBI’in dinlemeye aldığı kurum ve kişilerin arasında yer alıyor.

Sibel’in teklifi red etmesinden sonra ilginç gelişmeler oluyor. Melek Can Dickerson’un yaptığı ve FBI sorumlusu tarafından da kabul edilen bir iş bölümü sonucu Sibel’in elinden, Türk Elçiliği, Konsolosluğu ve yukarda adı geçen derneklerin telefon konuşmalarını dinleme işi alınıyor. Bu örgütleri dinleme işi Melek’e veriliyor. Melek ise yaptığı dinlemeleri “konu ile ilgili değil” diyerek rapor etmiyor. Türk örgüt ve temsilciliklerinden bilgi akışının kesilmesi, konu üzerinde çalışan bir başka FBI görevlisinin (Dennis Saccher) dikkatini çekiyor. Sibel ile ilişkiye geçen Saccher ilgili bantaları bu sefer de Sibel’e dinletiyor ve sonuç da anlaşılıyor ki, Türk örgütlerinin telefonlarında yapılan konuşmalar, üstlerin haberdar edilmesini gerektirecek son derece önemli bilgileri içermektedir. Melek kasıtlı olarak bu bilgileri üstlerinden saklamaktadır.

Yapılan kısa bir soruşturma sonucunda da açığa çıkıyor ki, Melek aslında daha önce ATAA’da çalışmıştır ve bu örgütle ilişki içindedir. İşe alınacağı sırada Melek bu ilişkisini FBI’dan saklayarak yalan söylemiştir. Sibel, ilgili kuruluşların telefonlarını dinleyerek elde ettiği sonucu şöyle özetliyor: A.T.A.A. [Assembly of Turkish American Association- Türk Amerikan Dernekleri Konseyi] ve A.T.C. [American-Turkish Council; Amerikan-Türk Konseyi] ABD’ye karşı casusluk yapmakta ve Türk devletinin ABD’li yetkililere rüşvet yedirmesine aracılık etmekdirler. Ayrıca bu örgütler, Türk doktora öğrencileri aracılığıyla ‘nükleer silah karaborsası’ konusunda bilgi toplamaktadırlar.

Vanity Fair dergisindeki ifadeye göre, Sibel’in iddiaları arasında doğrudan Ermeni Soykırımı ile ilgili bilgiler de var. Aslında bu konu röportajda ve genel olarak da konunun içinde son derece kenar ve ayrıntı bir bilgi olarak duruyor. Bu bilgiye göre, Washington ve Chicago’daki Türk diplomatları, Temsilciler Meclisi Başkanı Dennis Hastert’a Ermeni soykırımı tasarısına karşı tutum alması için rüşvet vermişler. Rüşvetin miktarı 0,5 milyon dolar.

Yaptığı röportajlardan birisinde Sibel, tüm bildiklerini çeşitli soruşturma komisyonlarına aktarmış olduğunu ve bu bilgilerin doğrulandığını, tek bir bilginin bile asılsızlığı konusunda bir kanıt gösterilmediğini söylüyor. Ayrıca, Adalet, Savunma ve Dışişleri Bakanlıklarını gerçek suçlular hakkında soruşturma açmamakla suçluyor. Sibel şimdi oldukça güçlü bir sivil toplum desteğine sahip. Bu örgütler şu anda büyük bir kampanya başlatmış bulunuyorlar. Dennis Hartert hakkında soruşturma açılması ve Sibel’in ifadelerinin kamuoyunun bilgisine sunulması bu taleplerin başında geliyor.

Eğer gerçekten Amerikan Temsilciler Meclisinden Soykırım tasarısının geçmemesi için böyle bir rüşvet verilmiş ise ortaya çıkacak skandalın boyutlarını tahmin edebiliriz. Bu rüşvetin verilip verilmediğinden bağımsız, Türkiye’nin, ABD’de Ermeni Soykırımı iddialarına karşı faaliyet göstermek amacıyla çeşitli lobi gruplarına her yıl milyonlarca dolar para akıttığı da biliniyor.

İnsanın aklına çok ama çok basit birşey geliyor. Yıllardır, rüşvettir, lobi parasıdır diye Amerika’ya akıtılan bu milyonlar bir kenara ayrılsaydı, Soykırım sorununun doğrudan çözümü için kullanılır ve sorun çoktan (en azından diplomatik boyutu itibarıyla) çözülmüş olurdu.

Yorumlar kapatıldı.