İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Olmayacak duaya amin

Engin Ardıç

Yıllardır sıkı bir köktendinci olarak tanıdığımız Mehmet Şevket Eygi (kendisi Galatasaray Lisesi mezunudur), kendince bir “İslam rönesansı” yaratmak istiyor. Yaratmak Cenab-ı Allah’a mahsus olduğundan da, hiç olmazsa bunun “teorik çerçevesini” çizmeye çalışıyor.

Fakat bu iş “nafile namazı” kılmaya benziyor galiba…

Örneğin, bir “tesettür estetiği” istiyor ve “hani İslam modası, İslam modacıları neredeler” diye soruyor.

“Batı tarzı” bir İslam modası yoktur ve olamaz. Çünkü “örtünmenin” değişkenliği çok sınırlıdır. Yalnızca renklerle ve desenlerle oynayabilirsiniz. Kadınlara bir sene mavi çarşaf, bir sene sarı çarşaf giydirebilirsiniz, bu kolay. Fakat zaman içinde değişen cüppe ve takke, eteği uzayıp kısalan çarşaf, bir açılıp bir kapanan yaşmak ve ferace yoktur. Fatih Mehmet’in kaftanıyla Üçüncü Selim’in kaftanı arasında belirgin hiçbir fark göremezsiniz, oysa aradan üç yüz elli yıl geçmiştir.

Üstelik Osmanlı’da “serpuşlar” da insanların sosyal sınıfına ve mesleğine göre saptanır ve asla değişmezdi. Vezir-i azam kavuğunu reis-ül küttap giyemez, bostancı tülbendini hamlacı saramazdı.

Eh, esas olarak çöl sıcağından ve kum fırtınasından korunmaya yarayan giyim tarzıyla gider de Stockholm ya da Oslo sokaklarınn karında buzunda gezinirseniz yalnızca tir tir titremez, gülünç olmakla da kalırsınız tabii.

Teknolojiyi üreten modayı da üretir. Giyim eşyasının üretimi de bizzat o teknolojiye bağımlıdır. Sen bilim yapamıyor, bilimi işe vurup teknoloji yaratamıyor ve onun getirdiği modayı çeşitleyemiyorsan, “gâvurun tayyaresini gâvurun kulesine vurdurmak” için önce onun kılığına girmek, silah ve bombaları “blue jean” ve “T-Shirt” içinde saklamak, kışın da “duffel coat”a ya da “anorak”a sarmak zorunda kalırsın yavrum! Kefere kılığında kefereyle cihat, hazin bir çelişki… Internet’ten tebliğ… Cep telefonundan ezan sesi… Bir de “sanal kurban” çıkardı serseriler, tıklıyorsun, “kesmiş gibi” oluyorsun…

Eygi geçen gün de “Ayasofya’yı tekrar Müslümanlar’a verseler bizimkiler ne yapacaklar?” diye sordu. Sanki müze müdürü katolik, bekçi protestan, kapıda bilet kesen de ortodoks…

“Yeniden cami olsa” demek istiyor… Eygi, “elektrikli matkaplarla o canım mozaikleri, renkli mermerleri paldır küldür delecekler ve korkunç, iğrenç hoparlörler takacaklar” diyor.

Ayasofya’nın yeniden cami olmasını istemekle, onun yeniden kilise olmasını isteyen Hristiyanlar’a da “içtihat kapısı” açıyorsunuz ve içinden çıkılmaz bir tartışma başlatıyorsunuz, bu yapı dört yüz elli yıl kadar cami, ama tam bin yıl kadar da kilise olmuştu… Bunu hiç düşünmüyorsunuz, Ahmet Hakan kardeşim otursun düşünsün de bir yazsın bakalım, bu bir…

İkincisi, Eygi elbette “köylülükten”

korkuyor.

Ayasofya yeniden cami olursa ortodoks mozaiklerinin üzerleri yeniden badana edilecek, dünyada kıyamet kopacak.

Bunu göğüsledik diyelim, bütün kefere sanat tarihçilerini kovaladık, Avrupa Birliği’ne falan da girmedik; Eygi’nin asıl çekindiği, ya cami köylülerin eline düşerse…

Ya mozaikleri badana etmek yerine kırıp dökerlerse?

Ya bin beş yüz yıllık mermerleri “belediyeden torpilli bir müteahhide” verip kırdırır da yerine beton dökerlerse?

Eygi, “şehirli Müslüman” istiyor. Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey bu…

Eskiden vardı. Dersaadet’e lumpen saldırısıyla birlikte yokoldu. Asitane tarihte kaldı.

Şehzade Osman Ertuğrul Efendi’yi “Dördüncü Osman” ya da “Birinci Ertuğrul” adıyla tahta geçirseniz bile geri gelmez. Kaldı ki “meşveretçiler” buna asla yanaşmayacaklardır.

Yorumlar kapatıldı.