İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Korucu feodalizmi

Etyen Mahçupyan

Bu topraklarda etnik gerilimlerin çözümü Batı’ya göre nispeten kolay olmuştur. Osmanlı’nın cemaatsal yapıları koruyan çok hukuklu sistemi, her topluluğa kendine ait bir kamusal alan vermiş; cemaatsal siyaset esas olarak bu alanın içinde tanımlanmıştı.

Ne var ki modernliğin en kolay tarafı olan milliyetçiliğin cazibesiyle, her toplumun kendi millî devletini kurma hakkı olduğu kabulünün bir araya gelmesi Osmanlı’yı çökertti. Çünkü şimdi her cemaat kendi etnik kimliği üzerinden devletleşmek istemekteydi ve bu toprakların kültürü farklı milliyetçilikleri bir arada tutacak bir yönetim zihniyetine sahip değildi. Böylece devletin cemaatsal milliyetçiliği kırmak üzere geliştirdiği bir dizi iskan ve bastırma politikaları yaşandı. Bunlardan en kanlı olanı ise muhakkak ki Hamidiye Alayları’ydı. Kürt aşiretlerinden devşirilse de muvazzaf subayların denetiminde olan; nizami bir ordu birliği ile denetimsiz bir çete arasında gidip gelen bu oluşum, Doğu Anadolu’nun Ermeni nüfusunu kasıp kavurdu ve iki yıl içinde birkaç yüz bin insanın ölümünün faili oldu.

Bugün de aynı bölgede bir milliyetçilik meselesi var; ama devlet bunu iskanla ve şiddetle bastırma peşinde değil. Ancak Hamidiye mantığını andıran ve giderek ağırlaşan bir uygulama ile karşı karşıyayız… Kürt aşiret ve köylerinin bir bölümünün korucu yapılarak devlet hizmetine alınmasının vahim sonuçları artık kaçınılmaz biçimde gözler önünde: Silah bırakmakta direnen, silah kullanmaktan başka yeteneği olmayan, elindeki silahı kişisel amacı için kullanmaktan çekinmeyen bir sosyal kesim türemiş durumda. Kadınlar ve çocukların da korucu olabildiği; Mardin’in korucularının Batman’dan kız kaçırdığı; Batmanlı korucuların ise Edirne’ye araba çalmaya gittiği bir düzenden söz ediyoruz…

Devletin denetimi elden kaçırmama konusunda fazla titiz davranmaması, yerinden edilmiş insanların köylerine dönmelerinde de büyük sorunlar yaratmakta. Her şeyden önce, korucu olmuş köylerin koruculuktan vazgeçmeleri halinde köylerinden atılmaları unutulmamış… Diğer bir deyişle devlete yeniden güven tesis edilebilmesi hiç kolay değil. Ama köye dönüş sürecinde tazminat ödemelerinin yavaştan alınması; kurulan komisyonlarda çalışacak avukatlara ücret tahsis edilmemesi; komisyonlarda ‘not tutmak’ üzere bulunan istihbaratçıların komisyon üzerinde manevi tahakküm kurması gibi hususlar, devletin iyi niyetinin de sorgulanmasına neden oluyor.

Uygulamadaki yavaşlık, isteksizlik ve engellemeler ise bölge insanlarına korucu sisteminin devam edeceğini ima etmekte. Ülkenin diğer bölgelerinde yaşayanlar açısından belki de koruculuk bir asayiş meselesi olarak görülüyor. Oysa gerçekte yaşanan, devlet eliyle yeni bir feodal yapının üretilmesi… Düşünün ki sıradan vatandaşın güvenlik gerekçesiyle yaptığı her müracaatta, kaymakamlıklar jandarmaya, jandarma da koruculara danışmakta. Diğer bir deyişle vatandaş, korucunun hakim olduğu bir sosyal düzene tabi. Bunun doğal sonucu olarak gelen rant avantajları, köye dönüş tazminatlarına da bulaşmış durumda: Vatandaşlar dosyalarını bilgi ve evrak açısından tamamlamakta zorlanırken, korucuların dosyaları nedense eksiksiz olabiliyor. Ama en çarpıcı olanı ekonomik gücün korucuların elinde toplanması… Örneğin Batman’da tütün ekemediği için ‘koçan’ hakkını kaybeden köylülerin karşısında, bugün tarım yapmadığı halde elinde onlarca koçan birikmiş korucu ağaları bulunuyor. Etnik ayrılıkçılığı demokratik yöntemlerle karşılamayı beceremeyen devlet; toplumun bir bölümünü memurlaştırıp ardından da simsarlaştırarak, demokratikleşmeyi daha da zorlaştırdığını ve ayrılıkçılığı doğallaştırdığını bugün nihayet fark ediyor mu acaba?

Yorumlar kapatıldı.