İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Ara´dan 77 yıl geçti

Türkiye’nin en ünlü “foto muhabiri” Ara Güler’in 77’inci yaşı, mesleki kariyerinden seçmelerden oluşan 77 fotoğrafla kutlanıyor. Fotoğrafevi Koç Allianz Sanat Galerisi’nde 16 Ağustos’ta açılacak olan “Ara’dan 77 Yıl Geçti’ başlıklı sergi kapsamında Ara Güler’in 77 siyah-beyaz klasiğinin yanında, foto-röportajları, portreleri ve fotograflarla biyografisi bir kapak altında toplanarak fotoğraf ve sanatseverlerin ilgisine sunulacak.

16 Ağustos 1928’de dünyaya gelen ve dünya tarihinin bir çok olayına tanıklık yapan Ara Güler bakın kendini nasıl anlatıyor:

“İstanbul’da doğdum, İstanbul’da yaşadım, İstanbul’da öleceğim…Ben binlerce yıldır İstanbul’dayım… Hep buradaydım… Onunla büyüdüm, onunla hayal kurdum. Pek çok baskı yapan kitabım “Eski İstanbul Anıları” doğup büyüdüğüm şehre olan borcumdur. Bu borcu ödemiş olmanın rahatlığı içindeyim. Aslında tam bir Beyoğlu çocuğuyum… ”

Sadece kafa resmi değildir portre. Yaşamın toplamıdır. Tek bir kafa fotoğrafına portre denebilir elbette, ama bu eksik olur, portre çekilen insanın hayattaki yerini verebilmedir. Bu anlamda insan hayatının kaydıdır. Ben önemli bir insanın portresini çekerken o insan hayatı boyunca neyi söylemek istemişse onu yansıtmaya çalışırım.

Çok zordur portre. Çekenin ne aradığını baştan bilmesi lâzım. O kişiyi hissetmesi, görebilmesi lâzım. Tüm bunları da bir an fotoğrafı içinde fotoğraf kâğıdı üzerine aktarmak kolay olmaz çoğu zaman. Bir mühim adamı çekerken meselâ, onun hayatı boyunca ne söylemeye çalıştığını öne çıkarmak, kompozisyonu ona göre oturtmak, mekândaki objelerle o insanı bütünleştirmek gerekir ki, bu da zordur.

Yakınlık duymadığım birini çekmek zorundaysam bu öylesine çekilmiş bir fotoğraf olur ki, duygusuzca çekildiği için bunlar fotoğrafa yansır ve kötü bir fotoğraf ortaya çıkar.

Yakınlık duyduğum ve önemsediğim birini çekme imkânı doğmuşsa, buna hemen hazırımdır. Çünkü kafamda onların bilgisi bende vardır, zaten o mühim insanlarla büyüdüğüm için onları nasıl çekmem gerektiğini sürekli kafamda taşıyorumdur. Bu tür insanları hemen anında çekebilirim. Belli bir şahsiyeti çekeceksem onun bilgisine mutlaka sahip olmak isterim.

Chaplin’e mektup yazdım, tanıdıklarını araya koydum, bir türlü sonuç alınamadı. İsviçre’de evinin bulunduğu Vevey’e bile gittim, kar, kış demeden kiraladığım arabanın içinde evinin önünde bekledim. Sonunda karısı beni eve aldı, çay ikram etti, ama Chaplin ortalıkta yoktu. Üst katta olduğunu biliyordum, insanlığın zihnine dünyanın en cevval adamı olarak yerleşmiş bir imajı bozmamak için o günlük görünüşüyle ortaya çıkmak istemiyordu. Çünkü benim gibi o da elimdeki fotoğraf makinesinin acımasız olduğunu biliyordu.

Günümüzde önemli birini bulmak zor. Bill Gates, Spielberg mühimdir meselâ. Onları çekmek isterdim… Tabiî, bir de beni…

Dünyada herşey insanlar için yapılır. İnsan olmadığı zaman hayat olmaz. Onun için benim fotoğraflarımda hep insan vardır. Ayasofya Camii’ne bir şey çekerken benim için önemli olan, önünden geçen insan, yani hayattır.

Çocukken büyük bir heyecanla tiyatroya giderdim. Haftanın üç günü tiyatronun içindeydim. Tiyatro çevresi babamın arkadaşları oldukları için beni yanlarında götürürlerdi. Onların arasında büyüyordum. Ben sahnenin arkasından bakardım piyeslere. Tennessee Williams bir sohbette bana, “İyi bir tiyatro yazarı tiyatronun içinde büyür” demişti. Piyeste temponun düşmemesi için o havayı yakalamak lâzım. Sinema da öyledir, fotograf da… Temponun hayat boyu devam etmesi lâzım. Bu işlerde emekli olunmaz. İgor Stravinski, Yehudi Menuhin emekli olamaz, ben onlar değilim, ama ben de emekli olamam.

Fotoğraf, herşeyden önce, mutlaka bir şey anlatmalıdır. Etrafımda dönen bir dünya vardır, bu dünyanın içinde bana en duygu verecek, beni en zevklendirecek şey olunca deklanşöre basıyorum. Benim açımdan olay, “an” çok önemlidir. Olay kaçmamalıdır. İnsanların fotoğrafçısı olarak insanların sevinçlerini, dramlarını, yaşama tarzlarını, korkularını, insana ait herşeyi kaydetmek istiyorum. Yani benim için daha önemli olan insanların dramlarının gelecek asırlara kalmasıdır. Çünkü fotograf bir kayıt aracıdır ve bir dram, bir şey anlatmalıdır ki, bir netice çıkarabilsin, işte o zaman fotoğraf çekici olur.

İnsan hayatında 100 fotoğraf çekse, çok büyük fotoğrafçı sayılmalıdır. Bir fotoğrafçıdan geriye 100 fotoğraf kalması, çok büyük bir şeydir. Bir romancı için de böyledir. Hugo’dan geriye ne kalmıştır? Cervantes sadece bir roman mı yazmıştır, ama sadece Don Kişot kalmıştır. Ben 20-30 fotoğrafla insanların akıllarında kalırsam kendimi büyük bir iş yapmış sayarım.

Fotoğrafçının geldiği fark edilmemeli. Zaten böyle bir hava yaratılırsa gerçek duruşlar bozulmuş olur. Ortalıkta pek görünmemeye çalışırım. Fotoğrafçı sessiz dolaşan bir şahit gibi çalışmalıdır.

Bazı şeyler okulda filan öğrenilmez. İyi bir şey ancak iyi bir kültürden sonra olur. Adamın ilk önce kültürü olmalıdır. Fotoğraf makinesinin nasıl çalıştığını öğretmek için okul gerekmez. Zaten okullarda da pek çok şeyi yanlış öğretiyorlar. Makineyi öğrenmek için bir hafta yeter. Asıl öğrenilmesi gereken estetiktir, kültürdür. Önemli olan zevklerin gelişmiş olmasıdır.

Fotoğrafçı çok dolu olmalı… Resim bilecek, müzik bilecek, tiyatrodan anlayacak, çok okuyacak, anında karar verebilecek, yani çok zeki olacak… Zevkleri çok gelişmiş olacak, kültürü olacak… Bunlar varsa fotoğrafçı olur… Ama bizde (Türkiye’de) tam tersidir. En cahili fotomuhabiri olur. Bir fotojurnalistinin kültürünü çoğaltması lâzım. Dünyanın farkına varması lâzım. Bu, en başta öngörüden geliyor. Dünyayı bilecek, çok gezecek. En iyisine varmaya çalışacak. Pazar günleri çıkıp fotoğraf çekmekle olmaz bu iş. Meselâ sen amatör bir beyin cerrahına beynini teslim eder misin?

İnsan sevgisi kaybedilmişse hiçbir şeyin önemi yoktur aslında. En mühim şey insan sevgisidir. Herşey buna bağlıdır. İnsan sevgisi oldukça fotoğraf da gelişecektir. Çünkü herşey, fotograf da, insan içindir. Sevgisiz insan, insansız da fotogğaf olmaz!

ÜNLÜLERLE RÖPORTAJ

Güler, İsmet İnönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile röportajlar yaptu ve fotoğraflarını da çekti.

Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları 1992’de Fransa’da, ABD ve İngiltere’de ‘Sinan, Architect of Soliman the Magnificent’ adlı kitabı yayımlandı.

Aynı yıl ‘Living in Turkey’ adlı kitabı İngiltere, ABD ve Singapur’da ‘Turkish Style’ başlığıyla, Fransa’da ‘Demeures Ottomanes de Turquie’ adıyla yayımlandı.

1994’de ‘Eski İstanbul Anıları’, 1995’de ‘Bir Devir Böyle Geçti’, ‘Yitirilmiş Renkler’ ve ‘Yüzlerinde Yeryüzü’ fotoğraf kitapları yayımlandı.

Ara Güler’in fotoğrafları Paris Ulusal Kitaplık’ta, ABD’de Rochester Georg Eastman Müzesi’nde Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda bulunmaktadır.

Güler’in Köln Mueseum Ludwing’de Das Imaginare Photo Museum’da da fotoğrafları sergileniyor.

Yorumlar kapatıldı.