İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yaş 77, fotoğraf bitmedi…

Ara Güler, bugün 77 yaşında. Ustanın yaş günü, çok az kişiye nasip olacak bir sergi ve kitapla kutlanıyor. Ona sorarsanız ‘daha 22 yaşında’ ve fotoğraf makinesini bırakmaya niyeti yok. En çok da Bill Gates, Stephen Hawking ve Steven Spielberg’in fotoğrafını çekmeyi istiyor.

Ara Güler, bu toprakların yetiştirdiği usta fotoğrafçı, 77’nci yaş gününü bir sergi ve bir kitapla kutluyor. Fotoğrafevi’nde bugün, tam da üstadın doğduğu gün açılan ‘Aradan 77 yıl geçti’ başlıklı sergide 77 fotoğraf yer alıyor. Her seneye bir fotoğraf, bir anlamda Ara Güler’in en iyileri…

Üstadın yıldönümleriyle arası hoş değil aslında. ‘Karımla en büyük münakaşaları hep bu yıldönümleri yüzünden yaptık.’ diyor; fakat çok da muhalif bir safta durmuyor. Ona göre hayat çarkının iyi dönmesi için analar gününe de babalar gününe de ihtiyaç var. Sevelim ya da sevmeyelim bu bir hakikat. Hâl böyle olunca, 77 rakamının da özel bir anlamı yok onun için, hatta fotoğraflar toplanınca unutuluveren sergi bile o kadar önemli değil, işin en güzel yanı nihayetinde bir kitabın kalacak olması. Ara Güler’in klasikleşmiş siyah-beyaz fotoğraflarının yanı sıra foto-röportajları, biyografisi ve portrelerinden oluşan özenli bir kitap, sergiyle eşzamanlı olarak fotoğrafseverlerin beğenisine sunulacak. Sergiyi mühim kılan hususlardan biri de, Güler’in köşesine çekilmiş küskün sanatçı rolünü benimsemeyişi. Yaşını hatırlatanlara ‘Ben o kadar yaşlı değilim, sadece 22 yaşındayım.’ diye takılıyor önce, sonra gerçeği fısıldıyor: ‘Sanatçının emeklisi olur mu ya! Picasso emekli oldu mu? Sadece memurlar emekli olur.’ Peki hiç mi yorulmaz insan, hiç mi ‘benden bu kadar’ demez? ‘Yorgunluk elbette olur.’ diyor üstad, ‘Belki daha az çalışırsın; ama boş adamlar daha çok yorulur ve daha erken ölür.’ Güler, küskün değil; karamsar; ‘Aslına bakarsanız’ diyor ‘sanatı kimse iplemiyor bu memlekette. Felsefe belli; param olsun köşeyi döneyim.’

Ara Güler, içinde insan olmayan fotoğrafı fotoğraftan saymıyor. Doğa fotoğrafçıları, ona göre, gerçeği fark edememiş zavallılar, oynayıp duruyorlar işte. Üstad soruyor; ‘Camiler niçin inşa edilir, tayyareler neden yapılır? İnsansız medeniyet olur mu?’ Tabiat ve mimari onun için sadece bir fon, önde hep insan var, Ayasofya Camii bile önünden geçip giden bir insan yoksa fotoğraflanmaya değmez.

Ara Güler’i tanıyanlar bilirler, her fırsatta ‘Ben sanatçı değil, foto-muhabiriyim.’ der. Kimileri üstadın mütevazılığına yorar bu sözü; oysa o, hem biraz ironi yapar hem de fotoğrafın sanat galerilerinde sergilenmeyecek kadar gerçek oluşunu hatırlatır. Bu durumda, ‘Hiçbir yazarın hayal gücü gerçekliğin hayal gücüne ulaşamaz.’ diyen Rus yazar Vasili Sukşin’e hak vermek gerekir. Nitekim Güler’in 1950’lerde çektiği İstanbul fotoğraflarının; yağ iskelesinde iş bekleyen hamalların, Beyoğlu’ndaki han kahvesinin, Galata Köprüsü’ndeki kasketli adamların yüzlerce sayfaya bedel olduğunu kim inkar edebilir? Fotoğrafı, gerçekleri kaydettiği için önemli bulan üstadın ‘sanatçı’ tanımından köşe bucak kaçmasında, memlekette yaşanan sanatçı bolluğunun da etkisi var.

‘Arşivimde 800 bin diya olduğunu zannediyorum, hiç saymadım, belki daha çok…’ diyen Ara Güler, fazla değil, 20-30 kare fotoğrafla hatırlanırsa mutlu olacağını söylüyor. Ona göre kalıcı fotoğrafları şimdiden belli, hatta sergide yer alan 77 fotoğrafın bir kısmı bu favori fotoğraflarından oluşuyor. Üstada göre bunca yıldan geriye sadece 30 karenin kalacak olması şaşırtıcı değil. Şimdi tanıdığımız yazarlardan kaç kitap var ki hatırladığımız? Balzac’ın bütün kitaplarını biliyor muyuz? Güler’le Yaşar Kemal arasında da böyle bir konuşma geçmiş vaktiyle: ‘Yaşar Kemal’e dedim ki, hiç kendini zorlama, senden geriye sadece üç kitap kalır.’

“Yolda kaybolunca en önemli röportajımı yaptım”

“1950’lerin sonu. Hayat Mecmuası’nda foto muhabiriyim. Adnan Menderes, Nazilli yakınlarındaki Kemer Barajı’nın açılışını yapacak. Ben, uygun ışığı bulmak için dağa tırmandım; ama aşağıya inişim biraz uzun sürdü. Aydın valisinin tayin ettiği şoför, geç kaldığımız için kestirme bir yoldan gitmek istedi; ama yolda kaybolduk. Gece, mecburen bir köye (Geyre) misafir olduk ve o köy, hem benim hayatım hem de sanat tarihi için bir dönüm noktası oldu. Bu köy, vaktiyle Roma İmparatorluğu’nun heykellerinin yapıldığı atölye. Köy sakinleri lahitler, Roma sütunları ve heykellerle birlikte yaşıyor; ama hiç kimse durumun farkında değil. Hayat Mecmuası fotoğrafları kayda değer bulmadı; ama önce İngiltere’de sonra da Amerika’da önemli dergiler konuya geniş yer ayırdılar. Şimdi o köyde bir vakıf, büyük bir müze ve konferans salonu var.”

16.08.2005

Ülkü Özel Akagündüz

İstanbul

Yorumlar kapatıldı.