İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Barış ve dostluk özlemleri solarken

Ragıp Zarakolu

Cumartesi gecesi, Aya İrini Kilisesi’nde muhteşem bir konser izledim. Dönemimizin en usta kemancılarından biri olan Pinchas Zukerman’ın oluşturduğu Beşli, Mozart ve Dvorak’ın yapıtlarını ustalıkla ve uyumla ve de ortak bir keyifle seslendirdi.

Zukerman, halen Kanada’daki Ulusal Müzik Merkezi’nin başkanı. Bir zamanların harika çocuğu. Benim gibi 1948’li. Tel-Aviv doğumlu. Sayısız usta virtüöz ile birlikte çaldı, en iyi orkestraları yönetti, klasik müzik festivalleri organize etti.

Zukerman ve arkadaşları, dün Aya İrini’de ‘Dostluk’ için çaldılar. Şu ara Türkiye toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu şey yani. Ülkeler, komşular arası dostluklar önemli. Ama benim için en önemli olan, Türkiye halkını oluşturan toplumlar arası dostluk. Hadi onu beceremiyorsak, hiç olmazsa düzeyli, saygılı ilişkiler…

Bana Aya İrini’de müzik dinlemek her zaman çok farklı duygular verir. Düşünün, 7. yüzyılda Justinianus zamanında yapılmış bir yapı…

Müziğin birbirini izleyen, iç içe geçen, birbirine yanıt vererek uyum içinde ilerleyen tınılarını dinlerken, bir yandan da, ne kadar dayatmalarla, sağırlıklarla ve uyumsuzlukla dolu günlerden geçtiğimizi düşünüyordum. Çözümsüzlük, yanıtsızlık, sevgisizlik, birbirinden uzak durmak, hatta nefret, sanki temel günlük refleksimiz haline gelmiş.

Asker cenazelerinde intikam yeminleri ediliyor;
Generaller, ‘Dayanın, az zaman kaldı’ diyor.

Kaçırılan bir erin, insan hakları savucuları aracılığı ile serbest bırakılmasına sevinilecek yerde savaş tamtamları çalınmaya devam ediliyor, eri sağ olarak devralanlara teşekkür edilecek yerde, kendilerini göz altında buluyorlar.

Aya İrini, Fatih’in kenti almasından sonra, Topkapı Sarayı’nın bahçesi içinde kalıyor ve uzun zaman silah deposu olarak kullanılıyor. 19. yüzyılda ise Silah Müzesi oluyor. Çocukluk yıllarımdan da hatırlarım, silahlar sergilenirdi Aya İrini’de…

Bu mekanı da, dünyada eşiz bir müzik mekanı olarak İstanbul’a kazandıran, elbette Çelik Gülersoy…

Başbakanımız, İstanbul Şehr-ül-Emini iken, yapacak ilk iş olarak, Çelik Bey’i önce taciz etmek, sonra da İstanbul’a kazandırdığı yerlerin yönetimini elinden almak olacaktı.

Konserde gerçek bir barış insanı olan Patrik Bartholomeos’un ve Patrik II. Mesrop’un insana sürekli barışı vaaz eden nurani yüzlerini görünce, bu Dostluk Konseri’nin herkesten önce onların hakkı olduğunu düşünüyorum.

Ama bir yandan da, onca umuttan sonra, sözde ‘değişim’ teranelerinden sonra, 180 derece tersine dönen eğilimi hatırlayarak, garip bir hüzün duyuyorum.

Ve son dönemlerde onlara yaşatılanlardan dolayı utanç duyuyorum, toplumumuz adına. Özellikle, Türkiye’nin AB hevesine coşkuyla verdikleri destekten, fiilen dış platformlarda Türkiye’nin fahri temsilciliğini üstlenmelerinden sonra…

Halkını seven Hikmet Fidan’ın hak etmediği, hiç kimsenin hak etmediği, enseden kurşunlanışını hatırlıyorum bir yandan, bir yandan da HPG Komutanı Süleyman Şahin’in babası Hasan Şahin’in katledilişini…

Sonra büyük coşkularla açılan Kürtçe Kurslarının kendi kendilerini tasfiye etmesini.

Peşpeşe yasaklanan Kürt Müziklerini… Ve bizzat Kürtlerin kendileri arasındaki sevgisizliği… Ve Kürt ve Türk toplumu arasında nefreti yoğunlaştırma çabalarını… Orada burada patlayan bomba ve mayınları, Dersimdeki toplu kıyımı… Yeniden iğrenç biçimde kışkırtılan Ermeni ve Rum düşmanlığını.

Onca sözde okumuş, aydın geçinenlerin isterik suratlarını, nefret dolu yüzlerle yürüyüşlerini Avrupa’nın göbeğinde…

Bu ülkede bahar ne kadar kısa sürermiş meğer.

Bu kaçıncı katledilen bahar, 1908’den bu yana…

Bu kaçıncı ihanet? Hasan Amca’nın deyimiyle, kaçıncı ‘Doğmayan Hürriyet’?

***

Hükümetin ilgisiz, bazen de cesaret veren bakışları altında, ırkçı faşizan bir odak, Türkiye toplumuna zehir saçıyor yeniden. Terbiyesiz ve ırkçı manşetler atılıyor, MHP’yi bile ‘light’ bulan odaklar tarafından. Dini toplum liderlerinden, aşağılayıcı biçimde ‘papaz’ diye söz ediliyor, bir yandan da Hitler’e övgüler yağdırılıp, ‘keşke başladığı işi bitirebilseydi, tek Yahudi bırakmasaydı’ diye yakınarak…

Sosyetemiz, Caddebostan’a yığılan varoş insanlarımızdan rahatsız olmuşlar… Aylardan beri Kınalı Ada’ya faşizan odaklar tarafından insanlar taşınıyor. İnsanlar evlerinde, balkonlarında taciz ediliyor, onlara ‘siz buralarda çok oturdunuz, sıra artık bizim’ deniliyor. Din adamları arsızca ve utanmazca taciz ediliyor, sözde ‘mümin’ geçinenler tarafından.

Sanki bir zamanlar İmroz’da, Bozcaada’da, Pera’da yapılan ‘kaçırtma’ tacizleri yineleniyor. Ve Vakıflar olayında, Ermeni Konferansı’nda olduğu gibi, hükümet içinde yer alan kimi eski ‘ülküdaş’lar da, sanki bu işin bir parçası gibi görünüyor.

Yorumlar kapatıldı.