İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ziyaret yeni sayfa açmadı

Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyareti iki ülke arasındaki rahatsızlıkların dozunu bir nebze azalttı. Ancak ABD ile Türkiye arasında stratejik bir ilişkiden veya yeni bir sayfadan bahsetmek yanlış

ÖZDEM SANBERK

Türkiye’de PKK terör eylemlerinin artış göstermesi, Türk-Amerikan ilişkilerini yeniden gündemimizin birinci sıralarına yerleştirdi. Başbakan Erdoğan’ın ABD’ye 7-8 Haziran’da yaptığı ziyaretten bu yana bir aydan fazla bir zaman geçti. Bu arada Dünya’da Londra’da, Şarm el-Şeyh’te büyük terör olayları yaşandı. Irak’ta ise kanlı günlerin sonu gelmiyor. Yeni uluslararası güvenlik ortamının iyimserlik yaratmadığı bugünlerde Türk-Amerikan ilişkilerinin, Başbakan’ın gezisinden sonra hangi noktada bulunduğunun, bu son gelişmeler ışığında yeniden değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülebilir.

Bu düşünceden hareketle Erdoğan’ın ziyaretinin sonuçlarına topluca bir göz atılacak olursa, iki liderin buluşmasının, Türk-Amerikan ilişkilerindeki rahatsızlığı ortadan kaldırmadığını, fakat iki lider arasında yeniden kurulan kişisel dostluk sayesinde 1 Mart 2003 tezkeresiyle başlayan ve Süleymaniye olayı ile doruğa çıkan uzun buhranlı dönemin bir sayfasını kapattığını ve son bir yıldan beri karşılıklı hasmane beyanlar dolayısıyla doğan gerginliklerin daha fazla büyümeden kontrol altına alınmasını sağladığını söylemek yanlış olmaz. Bu gözleme belki, ziyaretin karşılıklı güvenin yeniden kurulabilmesi için ileriye yönelik bir fırsat yarattığı ve bazı koşulları hazırladığı da eklenebilir.

Ama ne tezkerenin, ne de Süleymaniye’nin izlerinin tamamen silindiğini söylemeye imkân olmadığı gibi, Kuzey Irak Kürtleri ve PKK terörü gibi konuların ve etrafımızdaki sıcak çatışmaların ilişkilerimizi her an tutsak etme olasılığının ortadan kalkmamış olduğunu da teslim etmemiz gerekiyor. Başbakanın ziyaretiyle sırf geçmişteki gerginliklerin şimdilik yönetilebilir duruma gelmesi, ziyaretin başarısı bakımından pek somut sonuçlar olarak görülemez ise de, iki ülke arasında geziden önceki gergin hava göz önünde bulundurulunca, bu noktaya gelinmesinin dahi azımsanacak bir sonuç olmadığı anlaşılabilir.

Her şey işgalle başladı

Türk-Amerikan ilişkilerindeki rahatsızlığın gerisinde, Irak’ın işgalinden doğan temel sorunların yattığı bilinmekte.

Irak’taki durum düzelmedikçe bu rahatsızlığın kalkmayacağı da açık. Bu yüzden Erdoğan’ın Washington’a geçen ay bu atmosfer içinde yaptığı ziyaretten, kısa sürede somut sonuçlar beklenmesinin gerçekçi olmayacağı düşünülebilir.

Türkiye ve Amerika dünyadaki yeni güvenlik ortamındaki ortak sorunlara ve bu sorunların aktörlerine ve çözümlerine aynı gözlüklerle bakmıyorlar. Bizim komşularımıza ve onlarla ilgili sorunlara bakışımızla, Amerika’nın bakışı arasında kavramsal uçurumlar var.

Stratejik ilişki partnerlerin birbirlerinin hassasiyetine özen gösterilmesini ve dayanışma beklentilerine yanıt verilmesini ima eder. Türkiye ve Amerika’nın bu kurala pek uygun davranmadıkları ayan beyan ortada. Örneğin Amerika terörle mücadelede Suriye’yi sorunun bir parçası olarak görürken, Türkiye, bu ülke ile yapıcı bir diyalog gerçekleştirilmesi halinde Suriye’nin yeni başkanı Başar Esad yönetiminin demokratik açılımlar yapabileceği inancını sürdürüyor. Benzeri bir farklılık PKK konusunda daha çarpıcı şekilde karşımıza çıkıyor. Türkiye PKK’nın kanlı eylemlerini terörle mücadele kavramının bir parçası olarak görüyor. Bush yönetimi ise etnik terörle köktendinci küresel terör arasında ayırım yapmakta ve PKK’yı silahlı mücadele kapsamına almamakta. Oysa örgüt kanlı eylemlerini sivil yerleşim merkezlerine doğru genişletip, yerli ve yabancı can kayıplarına sebep olurken, Türk hükümeti ve halkı, ABD yönetiminden terörle mücadelede beklediği dayanışmayı bulamıyor. Nedenleri nasıl izah edilirse edilsin, bu durum Türkiye’de Amerika’ya karşı düş kırıklığı yaratmakta ve Amerikan karşıtlığını keskinleştirmekte. Amerika’nın ise bu düş kırıklığına pek aldırış ettiğini söylemek mümkün değil. Bu tür örnekleri çoğaltmak kabil.

Bugün Amerika’yla aramızda pek çok ortak konu var: Terörle mücadele, Irak, Afganistan, Ortadoğu, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi, Kıbrıs, NATO ve AB gibi konular. Bu konularda Amerika’yla belki ilke düzeyinde görüş birliği içinde bulunuyoruz. Fakat hem yöntem, hem ayrıntı, hem de kavramsal yaklaşım düzeyinde farklı anlayışlara, hatta derin ihtilaflara sahibiz. Irak, Türkmenler, Kerkük, Kıbrıs, Patrikhane, Ermenistan’la ilişkiler, Amerikan şirketlerinin yatırımlarından doğan ihtilaflar bunlar arasında sayılabilir.

Bu nedenle, Başbakan Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin iki ülke arasında yeniden stratejik ilişkiler başlattığı veya yeni bir sayfa açtığını söylemenin abartılı olacağı açık. Fakat ziyaret sonuçlarının sembolik anlamlar yüklü bulunduğu ve ileriye doğru atılmış bir adım oluşturduğu şüphesiz. Ama her şeye rağmen Türkiye ve Amerika birbirlerinin çıkarlarını göz önünde bulundurmak zorundalar.

İki lider de gerçeğin farkında

Gerek Erdoğan’ın gerek Bush’un bu gerçeğin bilincinde bulundukları muhakkak. Gerçekten de Başbakan Erdoğan, Amerikalılarca ziyaret tarihinin geciktirilmesine ve zayıf bir program hazırlanmasına rağmen, ABD’ye gitmemezlik etmeyerek, Türkiye’de Amerika’ya karşı sergilenen hasmane davranışların sakıncalarını dengelemek gereksinimini duydu. Başkan Bush ise, iki ülke arasında stratejik partnerlikten söz ederek, Erdoğan’ın stratejik ilişkiler kurulması arzusunu tamamen boşlukta bırakmadı. Aynı zamanda bu partnerliğin ileride gerçekten stratejik ilişkilere dönüşebileceği bir kapıyı açık tuttu. Ancak her iki tarafın bu kapıdan geçmeyi başarıp başaramayacağı o kadar kesin görünmüyor. Türk-Amerikan ilişkilerinin yörüngesine tam manasıyla oturması ve yeniden güçlenmesi birçok belirsizliğin ve karmaşık koşulların aşılmasına bağlı. Bu koşullar arasında özellikle üç tanesi ön plana çıkıyor.

Özdem Sanberk: Emekli büyükelçi

Yorumlar kapatıldı.