İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

En büyük acı özlemek!


‘Amerikalıdır’, 25 yıldır ABD’de yaşayan Feryal Kaya’nın son kitabı. Kaya, annesi Necla Kınay ve yayıncısı Ragıp Zarakolu’yla birlikte.

ABD’de yaşayan Feryal Kaya, Anadolu’dan göçen Rum, Ermeni ve Yahudilerin özlemlerini yazıyor. ‘Mutluluk doğduğun yerde ölmek’ diyen Kaya, en son kendi özlemini kaleme aldı

CELAL BAŞLANGIÇ

Yunan vatandaşı olmamıştı. Kızını görmek için Chicago’ya her gidişinde, geri dönüş için Yunan Konsolosluğu’ndan vize alıyordu. Kocası da, “Ben Türk vatandaşı doğdum” diyormuş, “O kadar sene askerlik yaptım. Bu yaştan sonra kalkıp Yunan vatandaşı olamam.”

“İstanbul’a gittiğinde mutlaka git bizim kiliseye. Duvarda hâlâ babamın adı var” diyor Kuzguncuklu Rum kadın, Feryal Kaya’ya. Babası Ligor Ağa, İcadiye Caddesi’ndeki Aya Pandelemion Kilisesi’nin mütevellisindeymiş. 3. yüzyılda Hıristiyanlığı seçtiği için öldürülen doktor Pantedelemion adına 1831’de yapılmış kilise.

“Bizim kilisede elektrik yoktu o zamanlar. Mumla aydınlanıyor. 1940 seneleri bunlar. Babam kiliseyi ışıklandırmak istiyor, ama para yok. Uzun bir zaman gelen yardımlar toplanıyor, ama yetmiyor.”

Kuzguncuk’taki küçük dükkânında sabun ve zeytinyağı satan Ligor Ağa bir pazar günü ayın bittikten sonra kasayı açıp bakıyor ki 500 lira eksik. Tepesi atıyor. Geçiyor azizin karşısına, bağırmaya başlıyor. “Bana bak ulan” diyor, “Beni bu Rumlar karşısında rezil edersen senin soyunu, sopunu, sülaleni…” Ana avrat dümdüz!

Ligor Ağa delirdi!

Kilisenin temizlikçisi küfürleri duyunca, Ligor Ağa delirdi diye evine koşuyor. “Madam Eleni, senin koca çıldırmış. Azizin karşısında yarım saattir küfrediyor!”

“Babamı sakinleştirdik. Sabah saat beşte kapı çalıyor. Baktık kapıda bir fayton, içinden çok şık bir hanım indi, babamın eline beyaz bir zarf tutuşturdu. Hiçbir şey söylemeden gitti. Zarfı açıyoruz. İçinden tam 500 lira çıkmaz mı? Kasada ne kadar para eksik babamdan başka bilen yoktu. Babam sevincinden oynadı o sabah. ‘Gördünüz’ diyor, aziz bile korkutulmak ister arada sırada. Aya Pandelemion Kilisesi böyle ışıklandı işte. Babama Patrikhane’den bir de amblem verdiler, Fotistis dediler, yani ışık getirici, ışıkçı manasında.”

‘Bir tokatla sattık her şeyi’

Varlık Vergisi de, 6-7 Eylül olayları da onları doğup büyüdükleri topraklardan koparamıyor. Ama bir gün…

“Konuşarak yürüyoruz Moda’da kızımla. Laf arasında ‘Mama’ dedi bana, yanımızdan geçen adam, ‘Türkçe konuş’ diye kızıma bir tokat attı. O akşam sabaha kadar oturduk. Kızım, ‘Gidelim, ben burada artık yaşayamam’ diye tutturdu. Çok dokundu tokat ona. Ertesi gün kararımızı verdik. Her şeyi sattık, yerleştik Atina’ya.”

Kuzguncuklu Rum kadın, Feryal Kaya’ya geceleri rüyasında hep İstanbul’da olduğunu, Boğaz’da, deniz kıyısında bir yere gitmeye çalıştığını, tam ulaşacağı sırada uyandığını anlatıyor. “Acaba bilmeden birine bir kötülük mü yaptım da, ‘Memleketine hasret gitsin’ diye beddua etti bana. Bari ölünce oraya gömülsem! O da çok zor değil mi? İnsanların başına her şey geliyor bu dünyada. Memleket hasreti de bir başka türlüsü, bilen bilir. Artık ölsem de olur. Akşamları içim yanar, böyle ateş gibi İstanbul gelir oturur.”

‘Eskiden görecektin buraları’

İşte Kuzguncuklu Rum kadının anlattığı Aya Pandelemion Kilisesi’ndeki ayazmanın isim günü vardı geçen hafta. Buradaki ayini Fener Rum Patriği Bartholomeos yönetti. 400 kişinin katıldığı ayine çok sayıda Atina’ya göçen eski Kuzguncuklular ve onların çocukları da gelmişti.

İşte Feryal Kaya’nın, ‘Sen Gâvur Musun?’ kitabında anlattığı insanların kendi topraklarına duyduğu özlem yaşanıyordu kilisenin bahçesinde. Ayinden sonra birlikte yemek için Nakkaştepe’ye çıkarken Apayevmatini gazetesinin genel yayın yönetmeni Mihail Vasiliadis, “Sen buraları eskiden görecektin” diyor. “Şimdi restoran olan bu tepelerde ayinden sonra piknik yapılırdı. Tam bir panayır. Rakılar içilir, buzukiler çalınır, zeybekler dönülürdü. Şimdi bir lokantaya doluşuyoruz işte.”

Feryal Kaya’nın, Kuzguncuklu Rum kadının özlemiyle başlayan kitabı ‘Sen Gâvur musun?’ geçtiğimiz günlerde ikinci baskısını yaptı. Kaya da hem her yıl yaptığı Türkiye gezisi, hem yeni kitabı ‘Amerikalıdır’ın piyasaya çıkması nedeniyle geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye geldi.

Kaya 25 yıldır ABD’de yaşıyor. Evlenip gitmiş. Chicago’da üç kızını büyütürken tanışmış Anadolu’dan göçmek zorunda kalan Rumlar, Ermeniler, Yahudilerle.

“İlk önce bir arkadaşımın annesi anlattı öyküsünü, özlemini. Rum’du. Kısa bir süre sonra ölünce karar verdim bu özlem dolu hikâyeleri yazmaya. Öyle özlemle anlatıyorlardı ki doğup büyüdükleri toprakları… Yemekler yapıyorlar, aralarında toplanıyorlar. En çok konuştukları da vatan hasreti. Sonra bir arkadaşım niye yazdığımı sordu. ‘Çok iyi hikâyeler’ dedim. Karşı çıktı, ‘Herkesin hikâyesi var. Esas sen içindeki özlemden dolayı yazıyorsun’. Sonra düşündüm, doğru söylüyor.”

‘Ahh, bir kere gidebilsem’

Kaya, Türkiye’ye gelirken 90 yaşında, yürüme zorluğu çeken bir kocası olan ve bu yüzden doğup büyüdüğü toprakları görmeye gelemeyen 82 yaşındaki madam Beatris, “Bir kere Üsküdar’a gidebilsem.

Ama gidemiyorum işte. Herhalde vatanıma hasret gideceğim. N’olur git benim için Üsküdar’ı gör. Gençliğim Çamlıca Tepesi’nde geçti. Mutlaka oraya da çık. Gelince de anlat bana” demiş. Dediklerini yapmış Kaya. Üsküdar’a gitmiş, Çamlıca’ya çıkmış.

“Ancak görebildiğim kadarıyla Üsküdar’ın pek özlenecek bir yanı kalmamış. Karmakarışık bir yer olmuş. Ama, ne de olsa doğduğu yer. Bir Ermeni yazardan okumuştum. ‘En büyük mutluluk insanın doğduğu yerde yaşayıp ölmesidir’ diye. Vatan hasreti çekmeyen bunu anlayamaz.”

‘Herkes bir bütünün parçası’

‘Amerikalıdır’ kitabında da kendi özlemini yazmış Feryal Kaya. “Babam Marmara Adası’nda hâkimdi. İlk, beş yaşında gitmiştim oraya. Yıllar sonra gittiğimde, gemiden iner inmez ağladım.”

Türkiye’ye gelişlerinden birinde tanıştığı bir kadın, “Annem Türk, babam Ermeni, ben aşk çocuğuyum. Ne kızacak, ne bozulacak kimsem var” demiş. Çok etkilemiş bu söz Kaya’yı. “Kendi adıma geçmişteki ve hâlâ varsa bugünkü haksızlıklardan dolayı özür diliyorum. Ahh, keşke olmasaydı! Keşke, geri dönüp düzeltebilsek! Peki ya bundan sonrası? Bizden sonrakilere nasıl bir Türkiye bırakacağız?” diye soruyor. Kızları Ceylan, Eda ve Ela’ya ‘bir sır vererek’ sorusunu yanıtlıyor; ‘We are all one.”

“Hepimiz muhteşem bir bütünün parçalarıyız. Öyle, yalnız aynı memleketteki değişik dinlerden, insanlar falan değil, dünyadaki bütün insanlar, bitkiler, ağaçlar, çiçekler, hayvanlar, yıldızlar, gezegenler. Gördüğünüz ve de göremediğiniz her şey! Bu gerçek beni öyle heyecanlandırıyor ki, bazen nefesim kesilecekmiş gibi oluyor.

Uzakdoğulu bir bilge diyor ki, ‘Aydınlanmış insan gerçeği görebilen insandır.’ Gerçeği görebilenin artık kimseye kötülüğü dokunmaz. Bilir ki başkalarına kötülük yaptığımızda aslında kendimize yaparız!”

İnsanların doğup büyüdükleri topraklara duyduğu özlem bir türlü bitmiyor, hatta kuşaktan kuşağa geçiyor. Tıpkı, Kaya’nın kitabında anlattığı bir kahramanının söylediği gibi: insanı memleketinden çıkarırsın da, memleketi insandan çıkaramazsın!

Yorumlar kapatıldı.