İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İsviçre ve Ermeni meselesi

Gündüz Aktan

Lozan Antlaşması’nın 82. yıldönümü vesilesiyle yapılan törenlere katılan İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek’in Winterthur savcısı tarafından gözaltına alınıp sorgulanması çok ciddi bir olaydır. Perinçek’in görüşlerini beğenmeyenlerle Lozan Antlaşması’nı küçümseyenlerin basın-yayın organları olayı arka sayfalarda küçük haber halinde vermeleri yanlış odu. Buna karşılık Sn. Gül’ün olaya atfettiği önemi belirten söz ve davranışları bu hatayı telafi etti.

İsviçre 1980’lerin başından bu yana Lozan Antlaşması törenlerinin yapılmasına çeşitli engeller çıkardı. Bunda Ermeniler kadar PKK yanlısı Kürtleri de bir bahane olarak kullandı. Aslında İsviçre politikacılarının hem PKK hem de Ermeni soykırım iddialarına yakınlık gösterdikleri açık bir sırdı.

İsviçre parlamentosunun bir kanadı olan Ulusal Meclis 15 Mayıs 2002’de ‘1915 Ermeni Soykırımının Tanınması’ başlığı altında bir bildiri kabul etti. Bildiride 1948 Sözleşmesi’ne göre olayların soykırım olduğu belirtiliyor; 1985 yılında BM İnsan Hakları alt komisyonunun Ermeni soykırımını kabul ettiği yolundaki yanlış iddia tekrarlanıyordu. Buna benzer başka yanlışlar da vardı.

Perinçek’i gözaltına alan savcı İsviçre ceza yasası 261. maddesine dayanıyor. Bu maddenin 4. fıkrasında ‘soykırım ve insanlığa karşı diğer suçların (ırkçı nedenlerle) inkârı, küçümsenmesi veya haklı gösterilmesi’ hapis veya para cezasıyla cezalandırılacak bir suç olarak tanımlanıyor.

Burada Ermeni olaylarının soykırım olup olmadığına kimin karar vereceği temel hukuki sorunu oluşturuyor. Soykırım sözleşmesinin 6. maddesine göre soykırıma ancak yetkili mahkeme ya da bu amaçla kurulan bir uluslararası ceza mahkemesi karar verebiliyor. Oysa böyle bir yargı kararı yok. İsviçre mahkemeleri, dolayısıyla savcıları soykırım konusunda sanki bir yargı kararı varmış gibi hareket edemezler ve hiç kimse hakkında ‘soykırımı inkârdan dolayı’ dava açamazlar. Açıp da kazansalar bile AİHM’de kaybederler ve İsviçre’nin tazminata mahkûm olmasına yol açarlar.

Savcının sorgulamasında İsviçre Ulusal Meclisi’nin 2002 tarihli bildirisine atıfta bulunmaması, bu yasama fiilinin hukuken bağlayıcı olmadığını gösteriyor. Bu açıdan bu bildiri Fransa parlamentosunun ünlü bir maddelik yasasını hatırlatıyor. Nüremberg Mahkemesi kararıyla kanıtlanan Holokost’tan farklı olarak, Ermeni soykırımı konusunda herhangi bir mahkeme kararına dayanmayan bu yasanın yürütme maddesi bulunmadığı gibi, Fransız mahkemelerince yargı konusu yapılması da mümkün değil.

Yani İsviçre de, Fransa gibi, Ermeni meselesinde ortaoyunu ciddiyetinde bir görüntü veriyor.

Sn. Perinçek’in bu konuda yetkisiz olan İsviçre savcılarına veya mahkemelerine Ermeni olaylarının soykırım olmadığını ispat gibi bir mükellefiyeti yok. Tabii Perinçek siyasi amaçlarla böyle bir tutum alabilir. Bu tutumu da takdire şayandır.

İsviçre’nin bazı hususları göz önüne alması zamanı artık geldi. Türkler, bundan böyle, haksız muameleyi kabul etmeyeceklerini gösterdiler. Uydurma mahkeme tehditleri onları korkutmuyor. Kaldı ki bu sadece bir başlangıç. Gerisi gelecek.

Bu törenlere her yıl katılımlar artacak. ‘İnkârlar’ çok daha gür sesle yankılanacak.

İsviçre’nin 1990’ların ortasında Amerikan Yahudileriyle olan mücadelesini kaybettiğini ve ‘gönüllü’ tazminatlar ödemek zorunda kaldığını izledik. Kendi ırkçı geleneği ve geçmişine karşı bir tür psikolojik savunma amacıyla Türkiye’nin günah keçisi olarak kullanılması her geçen gün çok daha zorlaşacak. İsviçre politikacılarının, kendi ırkçılıklarını gidermekte başarılı olmalarını temenni ederiz. Ama büyük ihtimal başarısız olurlarsa, ırkçı duygularını yöneltecekleri başka hedef gruplar bulmaları(?) daha iyi olacak.

Türkiye, bu vesileyle, İsviçre’nin barış toplantıları için bir merkez olma niteliğini kaybettiğini, tüm uluslararası forumlarda anlatmaya başlamalı.

En azından bundan sonra Kıbrıs, Ege ve özellikle de Ermeni meselesine ilişkin toplantıların İsviçre’de yapılmasını hiçbir şekilde kabul etmemeli.

Yorumlar kapatıldı.