İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Urartuların ince zevkinden, bugünün kitsch´ine…

Nur Çintay A.

Güne bir aşk hikâyesiyle başlayalım:

Kıyıda yaşayan çoban ile adadaki papazın güzeller güzeli kızı, birbirlerine âşık olmuşlardır.

Çoban, bağlılığının ifadesi olarak her gün, günbatımında, aşkı Tamara’yı görmek için adaya yüzer.

Son ziyaretinde dev dalgaların hışmına uğrar, bir türlü adaya ulaşamaz. Çırpınırken acı içinde ‘Ah Tamara’ diye bağırır, suya teslim olur.

Eski zaman sevdalarındaki tipik son gereği, Tamara da bu acıya dayanamaz ve kısa süre sonra ölür tabii.

Akdamar Adası’nın efsanesi de bu.

Van Gölü’nde, kıyıya yaklaşık 4 km. uzaklıktaki Akdamar Adası, hele badem ağaçları çiçek açtığında, olağanüstü oluyormuş. Çok şık bir kilise var orada; yonca modeli haçlı. Vaspurakan Kralı 1. Gagik tarafından, Manuel isimli Ermeni bir mimara yaptırılmış, şu anda mikro cerrahiye tabi tutulmakta.

Hiçbirisi senin kadar sevilmedi!

Van, çok sayıda medeniyeti ağırlamış tarihte. Ama ‘Kimler geldi, kimler geçti, hiçbirisi senin kadar sevilmedi’ ancak Urartulara ithaf edilebilir.

İÖ 3000’lerde buraya yerleşen Hurriler, kentin yerel halkı kabul ediliyormuş. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Asur tehlikesi karşısında ittifaka giden Uruatri ve Nairi konfederasyonları, merkez Tuşba yani Van Kalesi olmak üzere Urartu Krallığı’nı kurmuş. İÖ 6. yüzyılda Medler tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar acayip bir uygarlık yaratmış Urartular yörede.

Bu arada Evliya Çelebi, Van Kalesi’ni çökmüş bir deveye benzetirmiş, ova içinde birden yükseldiği için.

Bütün bunları arkeolog Nezih Başgelen’in, Garanti Anadolu Sohbetleri için hazırlanmış mini kitapçıktaki metninden kopya kanalıyla tuşluyorum. Zamanında tıp puanıyla arkeolojiye giren ve yıllarını bu işe veren Başgelen’in alana hâkimiyeti sonsuz.

Fakat biz sıradan, pragmatist ölümlüleri ilgilendiren detay şu: Van Kalesi’nden güneşi batırmak ürpertici güzellikte. Müthiş bir panorama ve sonsuzluk duygusu.

Ne uygar uygarlıkmış!

Urartular, Fırat kıyısından İran’daki Urmiye Gölü’ne, Aras Vadisi’nden Halep’e, geniş bir alana yerleşmiş, MÖ 9-7. yüzyıllarda hâkim bir güç olmuşlar.

Özellikle mimarlık ve maden işçiliğinde çok üst düzey eserler yaratmışlar. İhtişamlı kaleler, anıtsal tapınaklar, büyük saraylar derken, bilhassa planlı yerleşimleri, ulaştıkları uygarlık seviyesine işaret.

Taş, kemik ve seramikten özgün eserler… Bronz işçiliğinde vardıkları nokta sinir bozucu!

Miniminnacık bir müzesi var Van’ın. Tamam Çavuştepe’deki tuvalet de etkiliyor insanı ama o müzedeki aksesuvarların zarafeti, bezemelerin nefaseti, hele ki takıp takıştırmaya azıcık meraklı her kadının aklını başından alır herhalde.

Urartular hem çivi yazısı hem de resim yazısı (hiyeroglif) kullanmışlar. Bugünden bakıldığında akıl almaz, içinden çıkılmaz görünen çivi yazısını, sular seller gibi sökmüş bir azim örneğiyle karşılaştık Çavuştepe’de. Yıllardır buranın bekçiliğini yapan Mehmet bey, işiyle aşka düşmüş biri. Krallığın zirve dönemini yansıtan Çavuştepe’yi, yuvası ve yavrusu gibi görüyor.

Kitsch Van kedileri

Bunca gelişmiş bir medeniyetin izini sürdükten, taa ne vakit ortaya çıkardıkları işlerin zevkine de zekâsına da hayran kaldıktan sonra, caddenin ortasında ne görüyorsunuz?

İşte bu resimde gördüğünüzü:

Yapılabilecek en zevksiz, en çirkin, o koca geçmişle en bağlantısız eseri.

Aynı zamanda da bir imkânsızı:

Yavrusuyla birlikte oturan bir Van kedisi bu kadar sevimsiz gösterilebilir mi?

Eski sakinlerin çok gelişmiş beğenisine karşılık, kültür-sanat yolculuğunda bugün varılan nokta, kitsch’ten yana görünüyor. Plastikle pişmaniye sentezi o hediyelik Van kedisi bibloları da sağlam kanıtlardan!

Yorumlar kapatıldı.