İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Turhan Çömez:Soykırım inadı biter mi? – Akşam

1071 Malazgirt’le başlayan
Türk-Ermeni birlikteliği tam sekiz asır
sorunsuz devam etti. İki toplum her alanda kaynaştı, birbiriyle
alışveriş yaptı. Osmanlı, millet-i sadıka olarak adlandırdığı bu
vatandaşlarını öylesine benimsedi ki, son dönemde Maliye,
Dışişleri
dahil tam yedi bakanlığı kendilerine verdi.

Rusların sıcak denizlere inme planı, İngilizlerin (Ortadoğu’dan sonra )
İpek Yolu’nu kontrol etme ihtirası, Fransızların Anadolu
üzerindeki
emelleri, bu toplumu stratejik olarak önemli hale getirdi.

Önce Rusların kışkırtmasıyla oluşan çeteler, isyana ve
katliama
başladılar. Ardından İngilizlerin propagandasıyla
örgütlenmeler ve
sabotajlar başladı.

İki toplumun arası, bir süre sonra iyice açıldı ve yaşanan
mukatelede
her iki taraftan çok sayıda insan hayatını kaybetti (530 bin
Müslüman
Türk’ün, Ermeni çeteler tarafından katledildiği arşiv
kayıtlarıyla
belgelidir).

Üç cephede emperyalistlerle savaşan Osmanlı, (kendi
vatandaşı olan) Ermenilerin isyanıyla başa çıkabilecek güce
sahip değildi.

İttihat ve Terakki Hükümeti o günün koşullarında,
kendi için de çok zor
olan kararı aldı ve tehciri uyguladı. (ABD de, II. Dünya savaşında
kendi vatandaşı olan 120 bin Japon’u ulusal güvenlik nedeniyle
zorunlu
göçe tabi tutmuştu.)

Savaş ve yokluk ülkeyi perişan etmişti. Çok sayıda insan
hayatını
kaybetti. (O dönemde, sadece salgın hastalık nedeniyle ölen
Osmanlı
askerinin sayısının yarım milyon olduğu biliniyor.)

Tüm önlemler alınmasına rağmen, kıtlık, salgın hastalıklar,
zor
koşullar ve çetelerin saldırılarıyla tehcir sırasında hayatını
kaybeden
Ermeniler oldu.

Geri dönüş kararnamesi ile ne kadar Ermeni’nin
döndüğü tam olarak
bilinmiyor. Ancak bilinen bir gerçek var ki, geri
dönenlerin bir kısmı
tekrar milis kuvvet oluşturarak Türklere karşı savaştılar.
(Türk
İstiklal mücadelesinde, özellikle Fransızlar, geri dönen
Ermenilerden,
Antep, Maraş, Urfa ve Adana’daki Ermenilerden askeri birlik ve milis
kuvvetler oluşturdu.)

Sevk ve iskan kararında etkin olan bazı devlet adamları, tehcirden bir
süre sonra Ermeni komitacılar tarafından katledildi. (Talat
Paşa’yı
katleden Teleryan, Almanya’da tek celsede beraat etti!)

Lozan’da aradıklarını bulamayan Ermeniler, tehcirden sonra tam 50 yıl
suskun kaldılar. 1965 yılında, Adisababa’da bir araya gelen Patrik I.
Horen ve Başpiskopos Makaryos, 24 Nisan’ın sözde soykırımı anma
günü
olarak kabul edilmesini ve Kıbrıs Rumlarıyla, Ermenilerin ortak
mücadele etme kararını açıkladılar. (Kıbrıslı Rumların
katliamlarını
arttırdıkları dönem, sanırım hiçbirinizin
gözünden kaçmamıştır.)

Barış harekatıyla Kıbrıs’taki katliamların sona ermesinin hemen
ardından, 1975’te Beyrut’ta ASALA kuruldu (Merkez olarak seçtiği
yerler
oldukça önemli: Kıbrıs Rum Kesimi, Atina, Şam ve Tahran).
Çok sayıda
diplomatımızı katleden örgüt, 1984 yılında, üstlendiği
rolü PKK’ya
bırakarak sahneden çekildi. (1980’de Lübnan’da PKK ve
ASALA’nın
düzenlediği basın toplantısı ve ortak eylem kararları,
Öcalan’ın Ermeni
Yazarlar Birliği tarafından onur üyeliğine seçilmesi,
ilişkileri gözler
önüne seriyor.)

1990’lı yılların başından itibaren, Ermeni diasporasının siyasal ve
sosyal etkinliği artmaya başladı. Pek çok ülkede sözde
soykırım
anıtları dikildi. Son birkaç yılda ise 15 ülke parlamentosu
sözde
soykırımı tanıyarak sürece katkı sağladı.

Bir yandan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde ve AGİT’te etkin
bir çalışma içine giren Ermeniler, diğer yandan
sözde soykırımın
olmadığını söylemenin suç sayılmasına dair kararları
çıkartabilmek için
çaba harcıyor.

Yıllar sonra gelinen nokta bu.


* * *

Peki bundan sonra ne olacak?

Ermenistan’da yaptığım incelemeler ve gözlemler bana, kendimize
güvenmemiz ve daha etkin olmamız gerektiğini işaret ediyor.
Diasporanın
yaptığı derin çalışmalarla Türkiye’nin (uluslararası,
siyasi-sosyal-diplomatik) mücadelesini kesintisiz
sürdürmesinin şart
olduğu çok açık.

Ancak, sınır komşumuzdaki önyargıyı kırmak, tabuları yıkmak,
ezberleri
bozmak ve soykırım inadından vazgeçirmek için daha etkin
olmamız ve
rasyonel politikalar üretmemiz de şart.

Buna dair atılması gereken adımları, pek çok yerde dile
getirdim. Ancak
okurlarımın konuya olan ilgilerini bildiğim için bir kez de
köşemde
ifade etmek istiyorum.

  • Türk ve Ermeni milletvekillerinden oluşan ortak bir
    çalışma grubu kurulmalı.

  • Her iki ülke gazetecilerinin ziyaretleri artırılmalı ve iki
    tarafın devlet adamlarıyla mülakatlar yapılıp
    düşünceleri aktarılmalı.

  • Her iki tarafın öğrencileri için gençlik
    programları
    hazırlanmalı. Karşılıklı öğrenci transferleri yapılmalı ve her iki
    tarafın öğrencileri aile yanlarında konuk edilmeli.

  • Tarihten günümüze ulaşmış Ermeni Kültür
    Mirası onarılıp, dünya
    turizmine kazandırılmalı. (Bu bağlamda, Ani Harabeleri
    günübirlik
    turlara açılabilir)

  • Karşılıklı kültürel alışverişler yapılmalı, ortak sanat
    etkinlikleri planlanmalı.

  • Karşılıklı spor müsabakaları yapılmalı.
  • Ermenistan’a yapılan bavul ticaretine destek verilmeli.
  • Her iki tarafın talepleri doğrultusunda karşılıklı olarak bazı
    sektörel ve bilimsel toplantılar yapılmalı.

  • Her türlü, gayrı resmi-sivil temaslar karşılıklı olarak
    teşvik edilmeli.

  • TRT tarafından Ermenistan’a Ermenice radyo-TV yayınları
    yapılmalı. (TRT 25 dilde yayın yapıyor ancak Ermenice yayını yok.
    Ermenistan halkı, Türkiye’ye dair haberleri Fransa’dan almak
    yerine
    Türkiye’den alabilmeli)

    Atılacak bu sivil adımlar, Ermenistan’daki tabuların yıkılması
    için son
    derece önemli. Bazılarının buna itiraz edeceğini biliyorum. Ancak,
    unutulmamalıdır ki, Türkiye büyük bir devlettir. Ve her
    zaman büyük
    devlet gibi davranmalıdır. Zaten bunu yapabildiği sürece, daha da
    büyük
    olacaktır.

    Vietnam Başbakanı Phan Van Khai ile ABD Başkanı Bush’un el sıkıştığı
    bir dünyada bunları konuşabilmeli ve tartışabilmeliyiz.

  • Yorumlar kapatıldı.