İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Atatürk meclisi kapatacaktı…

NEDEN?
Aykut Kansu

Ne kadar baskı yaparsanız yapın yalanın da bir
ömrü var. Ömür
tamamlandığında, nasıl olduğunu hiç anlamadan toplum
gerçeği merak
etmeye başlıyor. Yalanlar tartışma masasına yatırılıyor. Türkiye
yıllarca kendi yakın tarihini, kendi halkından gizledi. Biz
Sarıkamış’ı, Ermeni faciası, Balkan Savaşı’nın
içyüzünü öğrenemeden
büyüdük. Tarih hep bizim haklı, bizim cesur, bizim
kurban olduğumuz
gurur verici bir masaldı bizim için. Önce Sarıkamış’ı
tartıştık.
Gerçekler bizi şaşırttı. Ardından Ermeni kıyımı gündeme
geldi ve
tarihin önüne koyulan yasaklar yıkılmaya başladı. Şimdi
hepimiz tarihi
gerçeklere merakla ve biraz da huzursuzca bakıyoruz. Ama
bütün bu
konuşmalar, bize tarihi tartışmanın günümüzü
tartışmaktan daha renkli
olabileceğini de gösteriyor. Bu hafta, İttihatçılar ve
Kemalizm
hakkında bilinenlerin dışında bir bakış açısına sahip olan ve
yeni
tezler, iddialar getiren tarihçi Aykut Kansu ile konuştuk. Bilgi
Üniversitesi öğretim üyesi doçent Aykut Kansu,
daha önce ODTÜ Tarih
Bölümü Başkan Yardımcısı’ydı. Doktorasını Amerika’da
MIT’de yapan
Kansu, iki yıl da Harvard’da öğretim görevlisiydi. Kansu’nun
yakın
dönem Türk tarihiyle ilgili çok sayıda makalesi ve bir
kitabı var.

Ermeni meselesiyle ilgili tartışmalar bize Osmanlı’nın son
dönemiyle, özellikle de İttihatçılarla ilgili
hiçbir şey bilmediğimizi
gösterdi. Niye o dönemle ilgili bilgimiz az, niye okullarda
bu dönem
iyi öğretilmemiş?

Biz Osmanlı tarihini 1923’e kadar getiriyoruz. Halbuki
1908-1918
arasındaki İttihatçıların dönemi, Osmanlı tarihine uymayan
bir dönem.
Bize 1908, İkinci Meşrutiyet’in ilanı diye anlatılıyor. Yeni bir devrin
açıldığı, Türkiye’de anayasal düzenin kurulduğu,
ekonomi ve sosyal
politikaların liberalleştiği anlatılmıyor. Çünkü
aslında 1923, bütün bu
özgürlüklerden, parlamento
üstünlüğünden bir geriye dönüştür.

İttihatçıların iktidara tam hâkim oldukları
1913’ten sonra
bütün bu özgürlükler yok olmuyor mu peki?
Muhalefet susturulmuyor mu?
Başbakan Talat Paşa bile ‘Bizim kurduğumuz düzen aydın bir
istibdattır’
demiyor mu?

Evet, 1914-18’de liberal niyetlerden sapmış bir iktidar
dönemi
yaşanıyor ama Türkiye’ye de 1911’den beri bir dış saldırı var.
1912’de
Balkan savaşları başlıyor. İttihatçıların siyaset yaptıkları
dönem,
ülkede milliyetçi duyguların yükseldiği, Batı’ya
düşmanlığın arttığı
bir dönem. Türkiye’nin 1913’ten itibaren sağa kayan
ortamında,
İttihatçılar önceden reddettikleri görüşlerle
ittifak kurmak zorunda
kalıyorlar. Mesela 1912’de darbe oluyor, askeri hükümet
kuruluyor,
meclis kapatılıyor? İttihatçılar altı ay sonra bu iktidarı
devirip
tekrar meclisi açıyor ve anayasal düzene geçiyorlar.
Baskın tarih, buna
‘Babıâli baskını’ diyor. Sanki meşru bir hükümet varmış
da İttihatçılar
kendilerini iktidarın dışında bulunca darbe yapıp iktidara gelmişler.
Oysa Babıâli baskını, askeri darbeye karşı bir darbedir.
İttihatçılar
sivil insanlar bir kere.

İttihatçı yönetime damgasını vuranlar Talat,
Enver ve Cemal
üçlüsü. Enver ve Cemal asker. Üç
liderinden ikisi asker olan bir
hareket nasıl sivil bir hareket olabilir?

Enver ve Cemal Paşa 1908 devriminden yana olmaları nedeniyle
yıldızı parlayan kişiler. Aslında İttihatçı düşünce
sivil bir düşünce
ve İttihatçılar da genelde devletle, bürokrasiyle alakası
olmayan sivil
insanlar. Mesela sürgündeki İttihatçıların arasında
asker yok. 1908
devrimini de zaten orduyu tarafsızlaştırarak yapıyorlar ve orduya ancak
1913’ten sonra hâkim oluyorlar. Şu var tabii. İttihatçılar
Kemalistlere
karşılar. Haklarında hiçbir şey bilmememiz bu yüzden.
İttihatçılar,
daha sivil yönetiminden, Batılılaşmadan, ekonomide daha
kapitalistleşmeden, liberalleşmeden yana. Maliye bakanları Cavit Bey,
Türkiye tarihinde ordu bütçesini denetlemiş, bu
bütçe çok diyerek
kesintiye gitmiş tek maliye bakanıdır.

Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden ve 1918’de
iktidardan düşen İttihatçılar Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
hâlâ siyasette güçlüler mi?

İttihatçılar bizim
düşündüğümüzden çok daha kuvvetliler.
Bir yanda
sürgündeki İttihatçılar ve onların içerideki
yakınları var. Diğer yanda
da Kemalistler. Yunan Savaşı’ndan sonra 1922’de bu iki cephe arasındaki
siyasal çekişme bastırılamaz oluyor ve Kemalistler, 1923 başında
Kemalistler dışında kimsenin katılamayacağı bir seçim kararı
alıyor.
İttihatçıların örgütlenmesi engelleniyor. Zaten
1926’daki İzmir
Suikastı Davası da İttihatçıların yargılandığı bir mahkeme
oluyor.
Atatürk’e suikast düzenlemekle suçlandıkları İstiklal
Mahkemesi’nde
ilginçtir suikastla ilgili soru sorulmuyor da, ‘Niçin
siyasete girmek
istiyordunuz’ diye soruluyor. Yargılamalar sonunda birçok
İttihatçı
mahkûm oldu. Cavit Bey idam edildi. Bu davanın sebebi
Türkiye’de hâlâ
güçlü olan muhalefeti fiziki olarak ortadan
kaldırmaktır.

İstiklal Savaşı’nın önemli komutanlarından Kazım
Karabekir de suikast düzenlemekle suçlanmıyor mu bu davada?

Suçlanıyor. Kazım Karabekir’le Atatürk,
1920’lerde ters düşüyorlar.
Atatürk’ün çok sıkıştığı anda meclisi kapatma gibi bir
fikri var. Bunu
ancak Karabekir ve İnönü gibi generallerin onayıyla
yapabilir. İnönü
lastikli bir cevap veriyor. Karabekir ise ‘Meclis kapatılırsa, ben
Ankara’ya gelir meclisi açarım’ diyor. Atatürk meclisi
kapatamıyor.
Daha o zamanlardan iki taraf da biliyor ki, biri meclis
üstünlüğünden
yana, diğeri olağanüstü durumlarda meclisi kapatmaktan ve
otoriter bir
rejim kurmaktan yana. Atatürk’ün baştan beri
görüşü, meclis üstünlüğü
fikrinin arka planda kalabileceği yönünde. Biz
‘Türkiye’yi
modernleştirenler Kemalistlerdir’ önermesiyle
düşündüğümüz için
‘1923’ten önce hiçbir şey yoktu, modern ve Batılı değildik,
bizi Batılı
yapan Kemalistlerdir. 1923’e kadar padişahlık ve Osmanlı vardı. Sonra
cumhuriyete geçtik’ diyoruz. Rejim değişikliği 1923’te olmuş
gibi
anlatılıyor bize. Halbuki rejim değişikliği 1908’de oluyor. 1908-1922
arasında mutlakiyetçi monarşi değil, meşruti monarşi yaşanıyor.
Başında
ha cumhurbaşkanı ha padişah olmuş bir şey fark etmiyor ki.
Çünkü meclis
üstünlüğü önemlidir. Ama biz demagojik bir
söylemle cumhuriyeti sanki
liberal bir demokrasiymiş, parlamenter bir rejimmiş gibi algılamak
istiyoruz. 1923 sonrasında parlamenter rejim yok Türkiye’de.

Parlamento yok mu?

Parlamentonun var olması, ‘Parlamento
üstünlüğü var’ söylemine yol
açıyor ama parlamento bir parlamento gibi çalışıyor mu
dediğinizde,
1923’teki seçimlerden sonra kriz çıkıyor. Kemalistler
meclisin ancak
yüzde 50’sini oluşturabiliyor. Bu, anayasa değişikliği yapmak
için
yeterli değil. 1924 Anayasası, Kemalistlerce kişisel
diktatörlüğe cevaz
veren bir anayasa yapılmak isteniyor. Ama Kemalist olmayanlar bunu
liberal bir anayasa haline getiriyor.

İttihatçıların
özgürlükçü olduğunu söylüyorsunuz
ama faili
meçhul cinayetler o kadar fazla ki onların döneminde. Bu
cinayetlerle
ve suikastlarla mı yapıyorlar demokrasi mücadelesini
İttihatçılar?

Amaçlarına ulaşmayı engelleyen eski düzenin
adamlarını tehditle
olmuyorsa, komployla ortadan kaldırmak onların siyasetinin bir
parçası.
İktidar olduktan sonra da kendilerine darbe vuracak kişileri mahkemeye
götüremiyorlarsa, onlara suikastla ulaşıyorlar.

İttihatçılar dönemi facialarla dolu. Birinci
Dünya Savaşı,
Sarıkamış, Ermeni kıyımı… Bunları bütün
gerçekleriyle biliyor muyuz?

Gerçekleri bilmiyoruz. İttihatçıların
hatalarını gizlemekten ziyade
devletin zaaflarını gizleme meselesi bu. Kemalistler daha çok
ordu ve
bürokrasiden gelen insanlar. Bu özellikleri, onları devlete
sahip
çıkmaya itiyor. Ayrıca Ermeni kıyımını da
kötüleyemezler, çünkü daha
sonra Kemalistler arasında yer alan bazı kişiler bu olaylarda
bulunmuşlar. 1923 sonrasının muteber siyasetçisi İçişleri
Bakanı Şükrü
Kaya, o dönemde Ermeni kıyımından sorumlu bürokratik birim
olan
Muhacirin Umum Müdürlüğü’nün başıydı.

Peki kim bu İttihatçılar? Yöneticilik
yetenekleri var mı?

İttihatçılar siyasal güçlerini İstanbul’da
ve taşrada ticaretle,
ihracatla uğraşan eşrafın, büyük toprak sahiplerinin yani
ticaret
sermayesinin temsilcileri bir yerde. Kemalistlerin dayandığı ise silah
ve devlet otoritesi. İktidar mücadelesinde kabaca silahla para
çarpışmış oluyor. İttihatçıların yöneticilik
yetenekleri de var. Tarih
kitaplarımız Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden
İttihatçıları sorumlu
tutuyor. İttihatçılar sorumlu değil. Başka bir yönetim
olsaydı gene
aynı sonuç yaşanırdı.

Birinci Dünya Savaşı’na Başbakan Talat’ın bile haberi
olmadan
Enver Paşa’nın Almanlarla anlaşarak Rusya’yı bombalamasıyla girmesi,

İttihatçıların yöneticilik yeteneğini mi
gösteriyor sizce?

Kemalist tarih anlayışında İttihatçıları
kötülemenin bir yolu bu.
Sanki Türkiye’nin Alman yanlısı beceriksiz yöneticileri
heyecanla
şavaşa girmek istemiş gibi anlatılıyor. Oysa Türkiye savaşın
dışında
kalamazdı. Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın kapladığı topraklar
üzerindeki bir paylaşmanın mücadelesidir. Savaşa Almanların
yanında
girilmesi ise İttihatçıların tercihinden olmuyor.
İttihatçılar 1912’ye
kadar sürekli İngilizlerle işbirliği yapmak istiyor. Ama İngiltere
ve
Fransa Balkan Savaşı’nda düşmanın yanında yer alıyor. Bulgar
orduları
Çatalca’ya kadar geliyor ve İstanbul’u işgalden kurtaran
Almanlar
oluyor. Çünkü 1908’de Abdülhamit’i destekleyen
Almanya’nın Türkiye’nin
yok olması çıkarına değil o anda.

Almanların Genelkurmay Başkanı Enver Paşa’ya 50 bin
altınlık
çeki rüşvet verdiği ve onun da bu çeki daha sonra
orduya verdiği
anlatılıyor. Bu nasıl bir ilişki sizce?

Eski rejimin geri gelmesi için çabaların olduğu
çok karışık bir
dönemden bahsediyoruz. Rakipler de dışarıdan destek arıyorlardı.
Bence
İttihatçılar bu ilişkilerde en temiz kalanlar. Onları devirmeye
çalışan
gruplar

İngilizlerle daha açıktan ajanlık yaptılar.

Ermeni kıyımı İttihatçıların iyi yönetiminin
bir göstergesi mi?
İttihatçıların özel teşkilatı olarak bilinen Teşkilatı
Mahsusa nedir?

Bu örgütün Ermeni kıyımında önemli rol
oynadığı iddia ediliyor hep.
Ama ben bu iş için kurulduğunu tam söyleyemiyorum. Ama
Ermeni kıyımına
siyasal olarak karar verenler tabii ki İttihatçılar.
İttihatçıların
iktidardayken hiç savunulamayacak uygulamaları oldu. Ermeni
tehciri
bunun ahlaken hiçbir şekilde savunulamayacak olanıdır.

İttihatçıların ırkçılığa varan bir
milliyetçiliği olduğunu söyleyenler var. Irkçı bir
anlayışları mı vardı?

Hayır. Bunlar hayata milliyetçi ırkçı
fikirlerle başlamadılar ama
Türk milliyetçiliğini 1912’den sonra kendi iktidarları
için kullanmak
zorunda kaldılar. Aklı başında Ermeni tarihçilerin de
söylediği gibi
İttihatçılar 1915’te paniğe kapıldılar. 1914’te Rusya’yla
savaşıyorsunuz ve ülkenizde bir düşman azınlık,
düşmanınızın koruması
altında. Aslında Ermeniler tarafsız olmaya çalıştılar ama
İttihatçılar
Ermenilere güvenemedi. 1915’te iki cephede savaş vardı. İngiliz
ordusunun Çanakkale çıkarması sırasında İstanbul’un
düşmesi söz konusu
olduğunda, can havliyle Ermeni problemini etnik ayrımcılığa dayanan
toptancı yaklaşımla acilen çözmek istediler. Ermenileri
sırf Ermeni
oldukları için topladılar.

İttihatçıların yaptıkları en büyük hata
neydi?

Uzun vadede en fazla vicdanı sızlatan Ermeni kıyımı
meselesidir. Bu
konularda hesaplaşılamadı. 1923’te meclis
üstünlüğünü dışlayan, basın
özgürlüğünü yok eden bir iktidar kurulmasaydı,
İttihatçılar içindeki
ayrışmaları, hesaplaşmaları görecektik. Ama Kemalistler, 1926’daki
İzmir Suikastı Davası’yla İttihatçıların topunun hakkından
gelmek
istedi. 1925’te çıkarılan Takriri Sükûn Kanunu
anayasal düzeni ortadan
kaldırdı. 1931’deki Halk Partisi Kongresi’yle de 1924 Anayasası’nın
ruhuna aykırı korporatist bir rejim kuruldu. Her şeyi denetleyen bu tek
parti rejimi 1946’ya dek sürdü. Bu Kemalist rejim
nedeniyledir ki biz
ülkemizde hâlâ ne tarih anlatımımızı ne de siyasi ve
ekonomik yapımızı
düzeltebiliyoruz. Çünkü ne zaman ekonomik
sistemimizde sakatlık var,
düzeltelim dense, ‘Bu, Kemalist prensiplere ters
düşüyor’ deniyor. Ne
zaman bir liberalizm olsa, ‘Bu liberallik bize bol geldi’ deniyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda
İttihatçıların rolü ne oldu?

Çok daha açıktan bir askeri
diktatörlük kurulabilecekken, işin çok
sakata gitmesinin önlenmesinde İttihatçıların
büyük rolü var. 1922’de
yurtdışındaki İttihatçılar Türkiye’ye geliyor. Mesela
Hüseyin Cahit
Yalçın, Tanin gazetesinde tekrar liberal ekonomi ve siyaset
propagandasına başlıyor. Bu, Ankara’daki Kemalistleri çok
sıkıştırıyor.

Atatürk’ün 1920-23 arasında mecliste modernizmin
aleyhine, mesela
‘Türklere yakışan kıyafet bu değildir’ diye modern Batılı şekilde
giyinenleri suçlayan ve Batılı kılık kıyafetin aleyhine
öyle
konuşmaları var ki… Sosyal ve ekonomik alanda çok
muhafazakâr ve
otoriter görüşleri olan Atatürk’ü modernizm
noktasına getiren
İttihatçıların kamuoyundaki etkileridir. Atatürk,
İttihatçı muhalefeti
susturmak ve silahlarını ellerinden almak için bazı devrimleri
yaptı.
Latin alfabesi, medeni kanun, aile hukuku, laiklik, kadın hakları,
kadınların öğretmen olması, iş hayatına girmesi hep
İttihatçıların
başlattığı ve başlatmak üzere olduğu projelerdi.

Cumhuriyet’in ideolojisinde İttihatçıların
rolü neydi peki?

Kemalist rejimin modernist ve Batı yanlısı olmak zorunda
kalmasını İttihatçılar belirledi. İttihatçıların ve diğer
liberal muhalefetin
gücü, 1923’te yeni kurulan rejimin adının askeri
diktatörlük olmasını
engelledi. Atatürk’ün dış politikası Batı yanlısıydı ama
siyasi, sosyal
ve ekonomi politikası, özgürlükçü ve
modernist değildi. Kemalistlerin
en büyük korkusu, Türkiye’ye Batı prensiplerinin,
kapitalizmin
gelmesidir. Kemalistler, siyasi rekabetin olmadığı, meclisin kendi
iradesiyle iş yapamadığı bir rejim istiyorlar. Buna göre liberal
iktisat prensipleri olmayacak, ticaret ve yatırım devlet
kontrolünde
olacak. Ama bütün bu projeler 1920-23 arasında
İttihatçıların da
desteklemesiyle baltalanıyor. Hüseyin Cahit Yalçın
cumhuriyetin ilanına
yaklaşıldığında ‘Biz muz cumhuriyeti istemiyoruz’ diyor. Kemalizm,
dünyadaki tepkici modernizmin Türkiye’deki
tezahürüdür. Batı
kapitalizminin ekonomik, sosyal düzenine, sınıflaşmaya, siyasal
rekabete tepki duyan aşırı muhafazakâr bir akımdır. Ama
böyle akımlar
kendilerini devrimci niteleyebiliyorlar yeryüzünde.

Yorumlar kapatıldı.