İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rum Cemaatinin malları…

Mihail Vasiliadis

Rum Cemaati Tanzimat’tan sonra altın devrini yaşıyordu. İmparatorluğun Batıyla ilişkilerinin gelişmesiyle, bu yönde ticarete atılan Rumlar zenginleşmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun burjuva sınıfını oluşturmuştu. O dönemde tüm Avrupa’da, burjuva demek, ülkenin kalkınma motoru demekti. Bir yandan devlete vergilerini ödeyen zengin Rumlar, öte yandan ait oldukları Cemaati de unutmadı. Onu çağdaş uygarlık düzeyine çıkartmak için ellerinden geleni yaptı, büyük paralar harcadı. Okullar, hastaneler, kiliseler, yetimhaneler, aşevleri, dispanserler ilh. kurdu.

Kurmakla da kalmadı, doğru hizmet verebilmeleri için gerekli iradı sağlayacak ‘trahoma’ sını da (çeyizini de) düşündü. Onları akaret sahibi kıldı. Çağdaş devletin vatandaşına sağlamak zorunda olduğu hizmetleri Cemaat mensuplarına taşıyarak devleti de rahatlattı.

İttihat ve Terakki başa geldiğinde, Rum Cemaati tıkır tıkır çalışan, örnek alınacak bir sosyal yapıya sahipti. Ne var ki, örnek almak yerine, elinden mallarını almak daha kolay geldi. Bin dokuz yüz’lü yılların başındaki varlığımızdan, çok az bir şeyler kaldı elimizde yeni döneme girerken. İhtişamlı ailelerin düşkün torunları haline geldik. Yine de elde kalanlarla, dosta düşmana rezil olmadan, kimseye avuç açmadan yaşayabilirdik. Gel gör ki şu ‘Hukuk’ denen mevhum güçlünün elinde l‰stik olabiliyor. Çek çekebildiğin gibi istediğin yöne. Yok ‘hükmi şahsiyetin yok’ idi, yok bu gayri menkuller ‘Meryem oğlu İsa’ya ait’ idi, yok ‘1936 beyannamesi’, geçmişe şamil ‘1974 Yargıtay kararı’ idi, yok ‘mazbut’ yada ‘mülhak’ idi -her ne demekse- kalanların da büyük kısmı elden alındı. Neyse ki şimdilerde bir ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ ortaya çıktı da ufukta bir ümit ışığı belirir gibi oldu. Gel gör ki orda hakkını aramak da ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni mahkemeye vermek’, ‘küstahlık’, ‘densizlik’, ‘bu ne cüret!’ falan, oluyor. Kalkabilirsen kalk böyle suçlamaların altından.

‘Bir dokun, bin ‰h dinle k‰se-i fağfžr’dan’ demiş ya şair… biz de dertleri Patrikhane’nin bu konularda uzman metropoliti, sayın Meliton’dan dinleyelim:

Türkiye Cumhuriyeti bürokrasisi,

1) Anayasa gücünde hükümlerle azınlık kurumlarını koruması altına alan Lozan Anlaşmasını hiçe saydı.

2) Ölen yada ayrılan idare heyeti üyelerinin yerine yenilerin seçilmesi için gerekli seçimlerin yapılmasını engelledi.

3) Keyfi davranarak, bir kısım kurumları işleyemez kabul edip dağıttı ve mallarına el koydu.

4) 1974 de alınan geçmişe şamil bir kararla, azınlık kurumlarına ait bir çok değerli malı hazineye kaydetti.

Neden olarak, bu kurumların 1936 beyannamesinde zikredilenlerin dışında mal varlığına sahip olmalarının ‘milli güvenlik açısından tehlikeli’ olduğu yolundaki bir mahkeme kararını gösterdi.

5) Bu büyük azınlık sorunlardan hiç biri, Türk Hükümetinin çıkardığı Avrupa Birliği’ne uyum yasalarının kapsamına girerek çözüm bulamadı.

Yeni yasa tasarısına göre de, el konan malların iadesi sınırlı oluyor, iade edilmeyecek olanlar için herhangi bir tazminat öngörülmüyor, diyor Metropolit Meliton. Kurumların serbestçe idaresi, mal varlığı üzerindeki tasarruf hakkı sorunu, mazbut ve mülhak vakıflar sorunu, Patrikhanenin mallarını tapuya tescil edememesi, çözüm bulamıyor.

Sorun her ne kadar hukuksal gibi gözüküyorsa da, göz ardı edilemeyecek oranda siyasal boyutu da vardır. İçinde Ortodoks ‰yini yapılan bir kilisenin, Rum çocuklarının eğitim gördüğü okulun, Rum yetimlerin barındığı yetimhanenin Rum Cemaatine ait olduğunu kanıtlamak için başka neye ihtiyaç olabilir? Eğer mevzuat pürüzleri varsa, bunlar ancak gözleri önündeki gerçekleri görmek istemeyenler tarafından, bahane olarak ileri sürülebilir.

Bir ayazma, bir kilise, ister Edirnekapı’da ister Beykoz’da olsun, İstanbul’daki tüm Cemaat mensupları tarafından ziyaret edilir, hepsine dinsel hizmet sunar. Tüm Ortodokslara aittir. Hepsini ilgilendirir. Tüm İstanbul Ortodoksları bir Cemaattir. Dolayısıyla siyasi boyut en az hukuksal boyut kadar önemlidir. Elimizden alınanlara yeniden sahip olabilmek için acaba bu siyasal platformda gerçek şansımız nedir?

Sayın Meliton cevabında sayın Patriğimizin elinden geleni yaptığını, 2004 yılı içerisinde Başbakanı, Dışişleri, İçişleri, Milli Eğitim Bakanlarını ziyaret ederek durumu anlattığını, diyalog arayışında bulunduğunu vurguladı. Ancak şu ana kadar herhangi bir sonunca ulaşılamadığını, her halük‰rda ümitli olduğunu belirtti.

Durum böyleyken, sayın Patriğimiz ümidini yitirmemişken, ümitsizliğe sürüklenmek bize de yakışmaz. Sayın Aleksandris’in dediği gibi, Devletlerin Azınlıklarını öne çıkarmak, onları onurlandırmak için, en iyi elçileri olarak dış dünyaya göstermek için, gerekeni yapacaklarını bekleyelim. Bu arada, yine sayın Meliton’un dediği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki uğraşlarımıza da devam edelim… Özellikle de Galata’daki kiliselerimizi hiç mi hiç unutmayalım…

Yorumlar kapatıldı.