İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Rehin düşmüş iktidar

Etyen Mahçupyan

Henüz bundan altı ay önce AKP iktidarının ülkeyi birkaç seçim dönemi daha yönetebileceği düşünülmekteydi. Ancak o günlerde yapılan bir mülakatta, sadece karşımdaki yabancı gazeteciye değil benim bile kulağıma garip gelen bir muhakeme ile, önümüzdeki altı ay içinde AKP’nin değişmeye zorlanacağını belirtmiştim. Söylediklerimin bana bile garip gelmesi, herhalde henüz seslendirmemiş olduğum bir mantığın birden bir soru üzerine ortaya çıkıvermesi nedeniyle idi… Bu mantığın arka planında ise tabii ki Türkiye’deki İttihatçı devlet geleneğinin sürekliliği ve bu geleneğin bürokrasi ve medya vasıtasıyla siyaseti rehin alma stratejisinin neredeyse kadim bir yönetim özelliği taşıması yatmaktaydı. Dolayısıyla söz konusu gelenek, AB yolunda giderek özgürleşmeye çalışan bu toplumun önüne bilinen, tekrarlanan ve tarihsel bir spiral gibi yeniden yaşanan klasik kimlik meselesini çıkardığında AKP’nin nasıl davranacağı hayati öneme sahip görünmekteydi. O noktada iktidar partisi ya kendisi değişerek ve İttihatçı ‘derin devlet’ zihniyetini de aşarak, toplumsal temsil yeteneğini yeni bir meşruiyet çizgisine taşıyacak; ya da geçmişle gelecek, siyaset üretmekle siyasette kalmak ve son kertede demokratlıkla ataerkillik arasında paralize olacaktı. Seçilmiş iktidarın kendi kendisini pasifize etmesini ifade edecek olan bu durumun yaratacağı siyasi boşluk ise doğal olarak zinde güçlerce doldurulacaktı… Böylece Türkiye’nin çoğunluk partisinin devlete rehin düştüğü; üstelik bu rehin olma durumunun dar parti siyasetinin parçası haline geldiği bir durum doğacaktı. Bunun AKP’yi besleyen ve resmi ideoloji karşısında meşrulaştıran toplumsal koalisyonları parçalama ihtimali ise çok yüksekti; ve dolayısıyla altı ay sonrasında Türkiye’nin yeni bir siyasi dönemecin eşiğine gelmesi kimseyi şaşırtmamalıydı…

Altı ay geçti ve bugün o noktadayız… Son aylar Türkiye’nin değişmesi, gelişmesi ve özgürleşmesinin önündeki yegane engel olan kimlik tıkanmasını önce Kıbrıs, ardından Kürt ve Ermeni meseleleri ile gündeme taşıdı. Sorun tabii ki Türk kimliğinin kültürel kodlarıyla ilişkili değil… Ama bu kimliğin belirli bir tarih üretimine sıkı sıkıya bağlı olması ve bu tarih üretiminin devlet eliyle yapılması iki sonuç doğurmuş durumda: Birincisi Türk kimliğine dair herşey üst düzeyde bir devlet politikası konusu olarak algılanıyor; ve böylece bürokratik unsurların siyasete tahakküm kurmalarının meşruiyetini sağlıyor. İkincisi toplum kendi kimliğinin ona devlet tarafından verildiğine dair latent bir psikolojik kabule sahip olduğu ölçüde; devleti tehdit eden her şeyin kendi kimliğini de tehdit ettiğini düşünüyor. Böylece Türkiye’nin muhafazakar kesimlerini gerektiğinde devletin çekim alanı içine sokarak pasifize etmenin ve bu homojenizasyon üzerinden toplumsal talepleri gayrı meşru kılmanın yolu açılıyor…

Bu açıdan Ermeni meselesi hayati bir işlev gördü ve muhtemelen görmeye de devam edecek. Siyasi düzlemde iktidarla muhalefetin bir ‘milli’ politikada birleşip birlikte davranması; herhalde artık iyice anlaşılmıştır ki, gerçekte AKP’nin ‘kucağa düşmesinin’ zeminiydi. Böylece AKP muhalefetin ve İttihatçı kadroların siyasetini sanki kendi tercihiymiş gibi üstlenip taşımak zorunda kaldı. Öte yandan toplumsal düzlemde, kendi tarihimize ilişkin olarak sırf paylaşılmış olduğu için ayırdına varılamayan yaygın cehalet, muhafazakar aydınları kimliksel savunu uğruna giderek devletin uzantısı haline getirdi… Bugün hem AKP’nin hem de İslami kesimin siyasi meşruiyeti yeniden sorgu altında: Demokrasiyi taşıyamayanlar devlete rehin düşerken, toplum hala kendisini demokratlaştıracak taşıyıcıyı bekliyor.

Yorumlar kapatıldı.