İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hisli bir apartman toplantısı

Sefarad Madam Sezer bana sarıldı, ben Şake teyzeye sarıldım, Şake teyze Birol beye elini öptürdü, mukaddesatçı Yılmaz bey Salvator amcayla kucaklaştı, Ara beyle Kadir bey birbirlerine “görüşelim” dediler…

AYFER TUNÇ

Toplantı 16 numaradaymış. Kapıyı 35 yaşlarında, güleç bir adam açtı; esmer, zayıf, saçları hafif kırlaşmış. “İyi akşamlar, toplantı için gelmiştim,” demeye kalmadan, kapıcı beni karşıladı. “Abla hoş geldin, toplantı başladı” dedi, “geç içeri.”

Salona girince şaşırdım, yemek masasının üstü tıklım tıklım doluydu. Fıstıklı cevizli baklavalar, elmalar, portakallar, muzlar, güllü, hindistancevizli lokumlar. Sanki apartman toplantısı değil, davet var içerde.

Dört senedir oturduğum halde, apartmanda pek tanıdığım yoktu. Bir Surpik teyzeyi tanıyordum, bir de Madam Blumberg’i. Diğerlerinin yüzlerini görmüşlüğüm, arada bir merhabalaşmışlığım vardı sadece, ama adlarına aşinaydım. Surpik teyzenin elektronik aletlerle sorunu var. Sık sık kapımı çalar, “Benim televizyon yine açılmıyor açar mısın, kumanda çalışmıyor bakar mısın?” diye. Surpik teyze, kocası ve kızı Amerika’ya büyük kızlarını görmeye gittikleri için yoklardı. Madam Blumberg beni görünce yanına oturmamı işaret etti. Soylu bir şıklık içindeydi, çok hoş görünüyordu. Gri kaşe etek giymiş, pembe kaşmir kazak, ayağında yumuşak ev ayakkabıları. Mavi far sürmüştü gözlerine.

Madam Blumberg’le sokakta tanışmıştım. Kedileri besliyordu. “42 senedir sabah akşam bu hayvanları beslerim” demişti. Birlik Apartmanı’ndaki eve bakmaya gittiğimde sokaktaki onlarca kedi ve bir daire kapısının önünde, gazete kâğıdının üstünde duran akciğer yığını dikkatimi çekmişti. Madam Blumberg’le tanışınca anlamıştım bu kedi-ciğer bolluğunun nedenini. Kışın üstünde şeffaf bir yağmurluk ve ev giysileri oluyordu. Onu hep öyle görmeye alışmıştım. Ama bir gün merdivenlerde karşılaştık. Çok şık ve makyajlıydı. “Hayrola madam? Nereye böyle?” dedim. “Hilton’a çay içmeye gidiyorum” dedi.

Müteveffa bay Albert’in eşi Madam Sezer çok neşeli, çok tatlı bir kadındı, güldüğü zaman, ki hep gülüyordu, bir altın dişi ışıldıyordu ağzının içinde. “Gel gel, buraya otur,” dedi yanını işaret ederek. Sefarad Madam Sezer ile Aşkenaz Madam Blumberg’in arasına oturdum.

Toplantının hararetli bir yerindeydi apartman sakinleri. Bitişik komşum Çanakkaleli emekli öğretmen, “Çatı meselesini hallettik” dedi bana, “onu yaptırıyoruz.” İkimiz de çatının akmasından musdariptik.

Birol bey, yönetici Yılmaz beyin yanında oturuyordu, kahkahası bol bir adamdı. Yönetici Yılmaz bey ise mukaddesatçı bir adam, evinin antresinde üç hilalli bayrak asılı. Zaman gazetesi okuyor, daha doğrusu alıyor, okumuyor, apartman girişine bırakılan Zaman gazetesini genellikle ben okuyorum ayaküstü. Bazen Agos gazetesiyle Zaman gazetesi yan yana duruyor apartmanın girişinde, mektupların arasında. Büyük beyaz bir jipi var Yılmaz beyin, bir ara jipini park edebilmek için kaldırıma kilitli demir direkler koydurmuştu, ama belediye sokaktaki çift taraflı parkı teke indirince Yılmaz bey işgal ettiği park yerini terk etmek zorunda kaldı. Mukaddesatçı Yılmaz beyin favorilerinin gayet biçimli oluşu dikkatimi çekti, berberin elinden çıkmış belli ki, çerçevesiz gözlüğü de pek şık, yönetici olduğu için çok memnun hayatından. Yılmaz bey “Arga palgon” deyince, bu Karadenizli beyin yumuşak sessiz harfleri sert, sert sessiz harfleri yumuşak söylediğinden kesinlikle emin oldum. Daha önce merdivenlerde karşılaşmıştık, konuşurken ısrarla “abartman kideri” ve “sübürke” demesi ilgimi çekmişti.

Sevgi çemberi

Madam Sezer ve Madam Blumberg bana kuvvetli bir dostluk gösteriyorlardı. İki yaşlı kadının sevgi çemberinin içinde, halimden memnun, oturuyordum.

Evinde konuk olduğumuz güleç adam bir tepsi dolusu çay getirdi, su bardağına konmuştu çaylar, büyük bir kâsede de kıtlama şekerler vardı. Madam Blumberg güleç adama “Thank you” deyince şaşırdım. Madam Sezer de “Her şey very nice oğlum, thank you,” dedi. Allah Allah… 16 numaralı dairede oturan güleç adamın Vedat beyin kiracısı bir İranlı olduğunu öğrenmiş oldum böylece.

Çanakkaleli emekli öğretmen amca ile Bayan Hermine’nin eşi Bay Ara’nın arasında oturan 60 yaşlarında beyaz yüzlü adam yerinden kalktı bir ara, Madam Blumberg’in yanına geldi, bıdır bıdır bıdır Fransızca bir şeyler söyledi. Madam Blumberg de bıdır bıdır bıdır Fransızca cevap verdi. Madam Blumberg’in çaprazında oturan ufak yüzlü, yaşlı kadını ilk defa görüyordum, o da karıştı lafa, o da bıdır bıdır bıdır Fransızca konuştu. Beyaz yüzlü adam başını salladı, “Oui, oui!” dedi, yerine geçti.

Ara bey, Birol bey, Yılmaz bey sigara içiyorlardı, ben de yaktım bir tane. Madam Blumberg “Hangi sigaradan içiyorsunuz?” dedi. Gösterdim. “Ben de bundan içerdim gençliğimde” dedi, “bir tane alabilir miyim?” “Tabii madam buyrun” dedim. Madam Sezer “Sigara içmeyin çok kötü… çok kötü!” dedi.

Bizi misafir eden İranlı hiç oturmuyor, durmaksızın çay, meyva, baklava, lokum dolaştırıyordu. İranlı ikramda bulundukça “Thank you, very nice!” sözleri dolaşıyordu havada. Vedat bey Yılmaz beye “Bir de bekâra ev verdim diye bana kızıyordun” dedi İranlıyı kastederek, “böyle iyi kiracıyı nerden bulacaktım?” Yılmaz bey utangaç gülümsedi. “Cog iyi insan” dedi, “küle küle otursun…”

Birkaç ay önce, bir doğu dilinde söylenen yanık bir şarkı duyduğumu hatırladım, apartman boşluğundan geliyordu ses, daha iyi duyabilmek için mutfakta taburede oturmuş, şarkıyı dinlemiştim, sözlerini anlamadığım halde, nerdeyse ağlayacaktım. Arapça sanmıştım, Farsçaymış. Bu güleç adam söylemişti demek. Sadık Hidayet’in memleketlisi. Sadık Hidayet’in o çok sevdiğim kitabını hatırladım. “Üç Damla Kan”. Farsçası “Se Katre Hun”. Söylemekten çok hoşlandığım bir kitap adı. “Se Katre Hun”. Altı sözcük de dilimizde yaşıyor.

Ufak yüzlü yaşlı kadın bana bakıyordu, Madam Blumberg’e “Hanım kaç numarada oturuyor?” dedi. Madam Blumberg “18,” dedi, bizi tanıştırdı, “Şake Manukyan, yedi numara.” “Memnun oldum madam” dedim. Gülümsedik karşılıklı. Kavga gürültü ile geçeceğini sandığım toplantı, aksine, neşeyle geçiyordu. Vedat beyin yanında oturan Kadir beyin adını faturalardan biliyordum. “Çatı meselesi tamam, artık dış cepheyi konuşalım” dedi Kadir bey. 250 lira toplayalım, yok, 100 lira toplayalım derken Madam Manukyan ciddileşti. “Ben veremem o kadar para, çare bulacaksınız?”

Ben daha 75’im

Vedat Bey “Tabii madam, hallederiz” dedi. Her fırsatta gülen Birol bey, “Şake teyze sen Manukyan’ın akrabası mısın?” diye sordu. “Nerdeee!” dedi Şake teyze. “Keşke olsam, ağlardım o zaman bende para yok diye?” Bir kahkaha koptu salonda. İranlı neden bu kadar eğlendiğimizi anlamaya çalışarak gülümsedi.

Madam Sezer beni dürttü, Şake teyze ile Madam Blumberg’i işaret etti. “Bunlar ikisi,” dedi “80 yaşındalar. Bak? Hiç gösteriyorlar mı?” Madam Sezer’e baktım, “Siz?” dedim. “Ben daha 75’im” dedi.

Apartmanın dış cephesi için iki şık olduğunu söyledi Vedat bey. “Ya BTB yaptıracağız ya da siding.” Uzun favorili, mukaddesatçı Yılmaz bey, “ben” dedi “PDP fiyatı sorarım.” “PDP de ne?” dedi Vedat bey bir an boş bulunup, sonra “Haa!” dedi. Bir fiyat tartışması başladı, herkes kafadan bir rakam atıyordu, şu kadar tutar bu kadar tutar. Dayanamadım, “Ben de fiyat öğrenebilirim,” dedim, “Adapazarı’nda bizim ailenin oturduğu bir apartman var, yeni siding yapıldı.” Ne üstüme vazifeyse! “Aman öğren ablacım” dedi Birol bey, “bizim apartman kadar var mıdır cephesi?” “Aşağı yukarı” dedim.

Konuya girmiştim, çıkmaya uğraşıyordum şimdi. Madam Blumberg dış cephe için aylık birkaç yüz liradan söz edildiğini duyunca “Hayır,” dedi. “Bizim şirket iflaz etmeden evvel olurdu, ama şimdi olmaz. Her ay alıyorum 425 lira. 100-200 lira imkânsızdır, veremem.”

Ne kadar toplayalım ne zaman yaptıralım konuşmaları yapılırken bıdır bıdır bıdır Fransızca konuşan beyaz yüzlü adam yanıma geldi, bir sandalye çekti, Madam Blumberg’le aramıza oturdu. Elini uzattı. “Ben Salvator Almelek, 14 numara.” “Memnun oldum.” “Siz Adapazarlı mısınız?” “Evet.” “Ey gidi Adapazarı! Hatıram çoktur orada,” dedi. “Askerliğimi yaptım.”

Bana Adapazarı’nı anlatmaya başladı Bay Almelek. “Biz üç ekalliyettik. Bir Rum, ben Musevi, bir de bir Ermeni. Çok iyi vakit geçirdik. Orduevinde. Her öğün üç kap yemek. Oh. Mis. 12 kilo aldım. Annem tanıyamadı beni. Yeni Melek sinemasını bilirsin. Onun oğlu vardı, Fuat, delikanlı çocuktu, arkadaştık. Bitti askerlik, döneceğim. Fuat dedi olmaz. Nasıl olmaz yahu? E olmaz. Uğurlayacağız sizi. Nasıl? Eğleneceğiz. Üç gün üç gece. Eğlendik. O vakit bir gemi batmıştı körfezde, hatırlamazsınız. Annemler bekliyor ki ben İzmit’ten gemiye bineceğim, döneceğim, ama gelmiyorum. Merak ediyorlar. Diyorlar bizim oğlan da içindeydi muhakkak, öldü. Halbuki biz üç ekalliyet ve sinemacı Fuat, keyifteyiz, ye babam ye!”

Müthiş bir neşe ve dostluk vardı havada, apartmanın eski halinden konuşuluyordu. Madam Sezer, “Biz” dedi, “bu apartmana taşındığımız vakit, ben hayret içinde kaldım. Allahım dedim, bize nasıl nasip ettin burayı? Girişte kırmızı halılar vardı. Halıların pirinç tutamakları. Ama bela bir kapıcı vardı, giderken kırmızı halıyı çaldı.” “Pirinç tutamakları bile hurdacıya satmış haydut” diye söze karıştı Şake teyze. Çok çekmişler eski kapıcıdan.

Salvator amca askerlik anılarına ara verdi. “Sor bana,” dedi “ne iş yapıyorsun?” Duraksadım. Niye sorayım, hiç soramam ben böyle şeyleri. Israr etti “Sor sor, hadi.” Peki dedim, bir mana veremeyerek. “Ne iş yapıyorsunuz?” “Kız fabrikatörüyüm” dedi. Ne? Nasıl bir apartman toplantısı bu böyle? Manukyanlar, kız fabrikatörleri. “Üç kızım, beş kız torunum var” dedi Salvator amca. “Kız fabrikatörüyüm ben.”

Eski güzel günler

“Sokakta en kötü görünen apartman bizimki” dedi Vedat bey. “Halbuki eskiden öyle miydi?” Madam Sezer “Aaah!” dedi. “Eski günlerde nasıl güzeldi bu apartman. Sade dışı değil. İçi de güzeldi. İnsanları da. Boşuna değil adı Birlik. Birliktik hepimiz. Bir bayramlar olurdu. Herkes birbirine der iyi bayramlar, senin bayramın benim bayramım yok. Bir neşe, bir muhabbet…”

Tuhaf bir his kapladı ortalığı. Kelimenin tam anlamıyla his. Mukaddesatçı Yılmaz beyin bile gözleri yaşardı yaşaracak. Bu sevgi seli o sırada herkese baklava ikram etmekte olan İranlıya yöneldi. Daha harlı teşekkürler edildi, adamcağız bir anlam veremedi bu sevgi dolu gülümsemelere, fazlasıyla içten teşekkürlere. Vedat bey “Saat 12’ye geliyor” dedi. “İranlı dostumuz sağolsun, evini açtı bize, ama daha fazla rahatsız etmeyelim. Her şeyi konuştuysak kalkalım.”

Herkes kalktı, herkes kucaklaştı. Madam Sezer bana sarıldı, ben Şake teyzeye sarıldım, Şake teyze Birol beye elini öptürdü, Yılmaz bey Salvator amcayla kucaklaştı, Salvator amca İranlıya İngilizce yaptığı uzun bir konuşmayla teşekkür etti, Ara beyle Kadir bey birbirlerine “görüşelim” dediler, Öğretmen amca Madam Blumberg’e “Bir ihtiyacınız olursa, ben buradayım, çekinmeyin,” dedi.

Aşırı olan bir şey vardı bu hallerde, aşırı bir sevgi, ama zararlı değil. Karşılıklı ve gizli bir özür taşıyordu sanki bütün bu kucaklaşmalar, sözler. Bir şeyler oldu vaktiyle, olmuştur, unutalım gitsin özrü. Söze dönüşmüyordu zihindeki sesler, hararetli sarılmalarla sevgi dolu gülümsemelerle kalın bir his tabakası oluşturuyordu.

O gece bütün apartman sakinleri huzurla uyudu.

Yaşadığım en hisli toplantıydı, bu yazıyı yazarken sadece isimlerle biraz oynadım, onun dışında her satır yaşandı.

Yorumlar kapatıldı.