İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Karanlıkta kalan tetikçi

Biz Cemal Paşa’yı Ermenilerin öldürdüğüne inandık, onlar da itiraz etmedi. Şimdi anlaşılıyor ki suikast Rusların işi. Bu, herkesin geçmişe belgeler ışığında yeniden bakması gerektiğinin kanıtı

AVNİ ÖZGÜREL

İttihat Terakki’yi ‘dünyada iktidara gelmiş ilk ve en büyük çete’ olarak niteleyen yazılar yazdım. Kimi okuyuculardan İttihat Terakki liderlerinin ne denli yurtsever olduklarını anlatan tepkileri insanımızın duygusallığına verip geçtim. Bir kere daha söylemek ihtiyacındayım ki bu kişilerin vatansever olmaları, kötü niyet taşımamaları, haklarındaki hükmü değiştirmeyi gerektirmez. Zira, vatanı çok sevmek vatana zarar vermeye mani değil!

Gerçi Osmanlı devleti İttihatçılar sahneye çıkmasaydı da çözülmenin eşiğindeydi. Ama bir an için bu maceraperest kadronun oldubittisiyle 1. Dünya Savaşı’na girilmemiş olduğunu düşünün. Yani Sarıkamış, Galiçya, Yemen, Suriye, Irak tablolarının yaşanmadığını… Kaçınılmaz olarak Osmanlı yine çözülürdü, ama herhalde tablo daha farklı olurdu. Bu girizgâhın ardından geçtiğimiz hafta kısaca yansıtmaya çalıştığım Cemal Paşa suikastıyla ilgili yeni bulguları aktarmak istiyorum.

Son bir ayda, Cemal Paşa’nın harp öncesinde ve harp içinde Ermenilerle yakın temasta olduğunu anlatan, savaştan sonra kendisinin Ermeni tehcirinden haberdar olmadığına herkesi inandırma gayretinde göründüğünü yansıtan (suçlayıcı üslupla kaleme aldığım) birkaç yazı yazmıştım. Paşa’nın Ermeniler tarafından öldürülmüş olmasını ise adeta, ‘O dahi Ermenilere yaranamadı’ dercesine yansıttığım için suikast meselesine açıklık getirmek benim için vazife oldu.

75 yıllık kitap

Ermenilerin Cemal Paşa’ya diğer İttihat Terakki liderlerinden farklı baktıkları bilinir. Nitekim ‘sokırım’ toplantılarında boy hedefi Talat Paşa’dır. Ara sıra da Enver Paşa. Bu yüzden Cemal Paşa’nın uğradığı suikastın arkasında genel kabulün dışında bir fotoğrafın olabileceği kuşkusu daima vardı. O tarihlerde Atatürk’ün bu konuda doğru bilgiye sahip olduğunun işaretleri de var.

Yrd. Doç. Abdülvahab Kara’nın yaptığı bir araştırmada Mustafa Kemal’in 1936’da Sovyet sefiriyle yemek yerken, sefirin Cemal Paşa’dan söz açması üzerine öfkelenerek, “Biz Paşa’yı kimlerin ve niçin öldürdüğünü biliyoruz” deyip konuşmayı kestiği bilgisi var.

Geçtiğimiz hafta kısaca aktardığım son bulgular ışığında, suikast olayının karanlık yüzü büyük ölçüde aydınlanmış görünüyor.

Prof. Kasımov’un çalışmaları

Bakü Devlet Üniversitesi profesörlerinden Prof. Dr. Musa Kasımov’un Azerbaycan KGB arşivlerine dayanarak yaptığı çalışmada Cemal Paşa’nın Moskova’nın talimatı doğrultusunda Sovyet gizli polis teşkilatı Çeka’nın Gürcistan’daki uzantısına bağlı, nişancılığıyla ünlü Gürcü tetikçi Sergo Lobadze tarafından öldürüldüğü anlaşılıyor. Porf. Kasımov’a göre Lobadze suikastı 21 Temmuz 1922 günü Büyük Petro Caddesi’ndeki Çeka binasından ateş ederek gerçekleşti. Ve Rus liderliği ertesi sene, Şubat 1923’te tetikçinin ortadan kaldırılması emrini vererek Sergo Lobadze’yi öldürttü. Bunların Çeka ajanı olan Evgeniy Vasilyevich Dumbadze’nin 1930’da Paris’te yayımlanmış anılarında yer aldığına, ama kitabın ne Türklerin ne de Ermenilerin dikkatini çekmediğine inanmak ilk bakışta zor görünüyor. 1930’da yayımlanan hatıraların bu yıla kadar gözden kaçmış olmasının görünürdeki tek gerekçesi kitabın Rusça basılmış olması.

Ancak onca yıl gözden kaçan sadece Dumbadze’nin hatıraları değil. Cemal Paşa’nın yaveri İsmet Bey’in bir dergide yayımlanan anıları da araştırmacıların dikkatinden uzak kalmış. Yrd. Doç. Abdülvahab Kara bu kaynağa dayanarak Paşa’nın Tiflis’ten Afganistan’a değil Anadolu’ya geçmek üzere olduğunu aktarıyor. Bu kanaatin doğru olduğuna inanmak için de pek çok sebep var. Kurtuluş Savaşı şartlarında sivil İttihatçılar Ankara’nın gözünde muteber olmadıklarının farkındaydılar ve yakınlaşma çabasında olmadılar. Ancak asker kökenliler, ülkeden kaçarak ayrılmış olmanın verdiği eziklikle sürekli olarak Anadolu’ya geçme arzusu ve hazırlığı içinde oldular.

Ruslar da onların bu düşüncesinin farkındaydı kuşkusuz. Moskova, Mustafa Kemal’in işgal kuvvetleri karşısında yenilgiye uğraması ve Anadolu’nun İngiltere’nin öncülüğünde müttefiklerin kontrolüne girmesi ihtimaline karşılık İttihatçı subayları ‘yedekte’ tuttu. Nitekim Sakarya Savaşı’nın endişeyle izlendiği günlerde Enver Paşa Batum’da bekledi. Enver Paşa’nın Karadeniz Bölgesi’nde kendisinin Anadolu’ya geçmesine yardımcı olacak bir yapılanmayı gerçekleştirdiği de biliniyor.

Daha ötesi SSCB yöneticileri Mustafa Suphi liderliğindeki Türkiye Komünist Partisi’nin yapılandırdığı Türk Kızıl Alayı’nın da hududa yakın tutulması kararındaydı. Moskova ancak Sakarya Savaşı’ndan sonra Mustafa Kemal’in Ankara’da ipleri eline aldığını kabullendi ve İttihatçı kesimi kaderiyle baş başa bıraktı.

Paşa ihbara inanmadı

Cemal Paşa’yı hedef alan suikastın Moskova’da planlandığına hükmetmek için Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın anılarına bakmak da gerekli. Halil Paşa’nın satırlarında bu yargıyı doğrulayan ifadeler var. Halil Paşa suikast emrinin Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin Merkez Komitesi’nin kararı neticesinde alındığını, bunu haber aldıktan sonra durumdan o sırada Moskova’da bulunan ve Tiflis’e gitmek için hazırlık yapan Cemal Paşa’yı bilgilendirdiğini yazıyor.

Ancak Cemal Paşa’nın o güne kadar çok sayıda asılsız ihbar almış olmasından dolayı bu uyarıya kulak asmayarak Tiflis’e gitme kararından vazgeçmediğini de… Yrd. Doç. Kara’nın araştırması Cemal Paşa’yı Tiflis’e gitmemesi için uyaranın sadece Halil Paşa olmadığını, 1922 baharında Berlin’de tanıştığı Türkistan Muhtar Cumhuriyeti’nin eski cumhurbaşkanı Mustafa Cokay’ın da Paşa’ya, “Tiflis’e gittiğiniz takdirde Bolşevikler sizi öldürecekler” diyerek ikaz ettiğini gösteriyor.

Bazı tahminler

Cemal Paşa’nın bunca uyarıya inanmamasının sebebi konusunda bugün için sadece tahminde bulunma imkânı var. Paşa muhtemelen Bolşevik liderlerin onun serbestçe girip çıktığı ve yakın dostluklar kurduğu Moskova’da suikasta yeltenmeyip de Tiflis’te tuzak kurmuş olmalarını inandırıcı bulmamış olsa gerek. Oysa Conkay’a göre suikast Moskova’da gerçekleştiği takdirde Sovyet liderliği sıkıntıya girecek ve suçlanabilecekti.

Yüzlerce kilometre uzaklıktaki Tiflis böyle bir yakıştırmanın yapılamayacağı yer olduğu için seçilmişti. Kaldı ki suçun Ermenilerin üzerine atılması kararı da önceden verilmişti. Olay Moskova’nın planladığı gibi gelişti. Cemal Paşa Tiflis’in orta yerinde yaverleri Nusret Bey ve Süreyya Bey’le birlikte vuruldu.

Dönemin Sovyetler Birliği yönetimi açısından bakıldığında bu karardan Lenin’in haberdar edilmiş olması uzak bir ihtimal olarak görünüyor. O dönemde Moskova’da bu ve benzeri kararların Stalin-Kamanev ikilisi arasında alındığı ve Merkez Komite emrine dönüştürüldüğü biliniyor. Dolayısıyla Beria’nın sadece kararın uygulamasını üstlendiğinden şüphe etmek için bir sebep yok.

Sonraki yıllarda toplu katliamlar dahil aralarında Sergey Kirov, Leon Trotsky’nin bulunduğu pek çok cinayetten sorumlu tutulan Beria’nın ‘cellatlık’ kariyerinde yükselişinin ilk basamağını bu suikastın oluşturduğuna da şüphe yok. Zira bu olaydan sonra Beria, Çeka içinde sivrildi, Gürcistan Komünist Partisi liderliğine oradan da Moskova’da gizli polis şefliğine getirildi. 1938’de NKVD Başkan Yardımcılığı görevini üstlendi. Ve Stalin’in ‘sağ kolu’ mevkiine geldi.

Çerçeve

İlber Ortaylı Topkapı Sarayı’nda…

Topkapı Sarayı bu haftadan itibaren bir ‘prestij başkan’a kavuşuyor. Müze yönetimleriyle ilgili yeni düzenlemenin yüzük taşı ismi, günümüzün Ahmed Cevdet Paşa’sı, İlber Ortaylı…

Topkapı Sarayı yıllardır dertliydi. Ödenek sıkıntısı, bürokratik engeller ve daha önemlisi tahripkârlığa varan ve bayram günlerinde istila düzeyine tırmanan ücretsiz ziyaretçi akını dolayısıyla, kendisiyle hem ayar dünya müzelerinin sunduğu hizmetlerin hiçbirini projelendiremiyordu. İlber Ortaylı’nın bütün dünyada saygı uyandıran tarihçi kimliğiyle Topkapı’ya hak ettiği önemin verilmesini sağlayacağına güvenebiliriz. Onun müzecilik anlayışımıza, rehber eğitimi konusundaki önerilerine, özellikle çocuklar için rehber yetiştirilmesi konusundaki uyarılarına Kültür Bakanlığı’nın kayıtsız kalmayacağına da.

Kültür Bakanlığı’nda danışmanlık yaptığım dönemde Topkapı müzesinde şehzadelerin bebeklik kıyafetlerinin ve karalamalarının yer aldığı bir sergi açılmıştı. Gördüğü ilgi için yöneticilerden birinin ‘Bunaltıcı’ tanımı yaptığını hatırlıyorum. O dönemden gözlemim Türkiye müzelerinin sadece sergilenen eserlerle değil, arşiv ve depolarında yer alan eserlerle de dünyanın ilgisini hak ettiğiydi. On binlerce obje, mekân, eser sergileniyor, on binlercesi de depolarda ya da üstünün açılması için gömülü bekliyor… Kimi kazıların, çıkan eserlerin ‘Korunamayacağı’ endişesiyle yapılmadığı ülke Türkiye…

İlber Ortaylı’nın elinde sihirli değnek olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak Türkiye’de pek çok işin hallinin de baştaki kişiyle mümkün olduğunu unutmamak lazım. Bir çiçekle bahar olmaz elbette ama o bir çiçek açmadan da bahar olmuyor…

Yorumlar kapatıldı.