İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İçimizdeki faşist

Haluk Şahin

Bir hafta süreyle yurtdışındayken Türkiye’de olup bitenleri internetten gözucuyla izleyebildim.

Bir gün haberlere şöyle bir bakarken Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılması planlanan Ermeni olayları konferansı hakkında Meclis kürsüsünden söyledikleri çıktı karşıma.

Önce gözlerime inanamadım. Acaba yanlışlıkla 1970’lerden, Milliyetçi Cephe hükümetleri döneminden kalma bir haber mi karıştı diye düşündüm. Çünkü kullanılan terimler ve ton tastamam o dönemin siyasal retoriğini anımsatıyordu:

“Türk milletini arkadan hançerlemek.. özerklik sorumsuzluk değildir.. Boğaz’a bakıp yalan söyleyenler.. dava açardım.. hıyanet etme dönemi

artık kapanmalı…” vb. vb.

İnanamadım, çünkü bunlar Frenklerin deyimiyle ‘anakronik’, yani ‘çağa uymaz’, sözlerdi. Dahası, hiç umulmadık birinin ağzından çıkıyordu. 2005 yılında, AB ile müzakerelere başlanmasına dört ay kalmışken, Türkiye’nin Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü olan kişi önemli bir üniversitede yapılacak bir toplantı için bu kadar ağır ve kışkırtıcı bir konuşma yapabilir miydi?

Hele o konuşan Cemil Çiçek olunca… O Cemil Çiçek ki, hükümet içinde demokratmış ‘gibi’ yapanların yanında, gerçekten demokrat olduğu düşünülen az sayıdaki bakandan biri değil miydi? Birçok kimse, onun, iktidarın baskıcı eğilimlerine karşı bir emniyet supabı olabileceğini düşünmemiş miydi?

Çiçek’in gerçekten şaşkınlık uyandıran çıkışı, “Bu konferans böyle mi yapılmalıydı, şimdi zamanı mıydı, başka kimler çağırılmalıydı” türünden ‘akademik’ soruları anlamsızlaştırdı. Ermeni soykırımı iddiaları konusundaki görüşleri ne olursa olsun, demokrasiye inanan aydınlara tek açık kapı bıraktı: Söylenenlere karşı çıkmak!

Bakan Çiçek’in birkaç cümlelik konuşmasıyla inanılmaz derecede vahim tahribata yol açtığı artık görülebiliyor: Türkiye’de akademik özgürlük olmadığını iddia edenleri haklı çıkardı, ifade ve düşünce özgürlüğü açısından ciddi sınırlamalar olduğu suçlamalarına kanıt sağladı ve Türkiye’nin bir süredir savunduğu “Bırakalım tarihçiler tartışsın tezini” yerle bir etti.

Ülkenin Başbakanı ya da Dışişleri Bakanı bundan sonra birisine ‘Bırakalım tarihçiler tartışsın’ dediğinde alacağı yanıtı biliyoruz!

Çiçek’in konuşmasıyla ilgili haberi yad ellerde okuduktan sonra sık sık aklıma şu soru geldi: Böyle bir şey, bu kadar ağır bir ‘çağa uymazlık’, nasıl olabiliyor? Cemil Çiçek gibi biri bu sözleri nasıl söyleyebiliyor?

Aklıma şu türden açıklamalar geldi:

Hızlı değişim geçiren toplumların aydınlarının kafalarında aslında bir arada bulunmaması gereken farklı ideolojik öğeler yan yana, üst üste bulunabiliyor. Dışarıdan nesnel olarak analiz edildiğinde uyumsuz ve tutarsız görünen değer sistemleri, inanç öğeleri, siyasal tutumlar iç içe varlığını sürdürebiliyor. Eski ile yeni, özgürlükçü ile baskıcı, evrimci ve yaratılışçı vb. vb. kanı parçacıkları tam da birbirine karışmadan, adeta aşure gibi, bir arada durabiliyor. Bu nedenle, bir tartışma patlak verdiğinde sürprizlere hazır olmak zorundasınız.

Şöyle de denebilir: İçimizde adeta farklı benlikler var. İçimizdeki demokrat ile içimizdeki faşist, içimizdeki vatansever ile uzun süre olaysız yan yana yürüyebiliyor. Sonra bir gün bir bakıyoruz, içimizdeki faşist, belki de içimizdeki vatansever adına, içimizdeki demokratı bastırıp öne fırlayıvermiş. Ve vatanseverlik adına vatanına en büyük zararları veriyor.

Bir zamanlar trafik kazalarına karşı kampanya sloganı haline gelmişti: ‘İçinizdeki trafik canavarını kontrol edin!’ Demokrasi kazalarını önlemek istiyorsak, içimizdeki faşisti kontrol etmemiz gerekiyor!

Yorumlar kapatıldı.