İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni konferansı

Erdal Güven

Bildiğim kadarıyla, bilimsellik ne söylendiğinden önce, neyin nasıl söylendiğiyle ilgilidir: kullandığınız verilerin gerçekliği, verilerden sonuca giderken benimsediğiniz yöntem, sergilediğiniz mantığın tutarlılığı…

Bilimsellik, tarafsızlık değil, nesnellik gerektirir. Nesnellik, bilimsel açıdan bir zorunluluktur, tarafsızlık ise bir tercih meselesidir (İnşallah tarihçi İlber Ortaylı gibi düşünen bilim adamları bu satırları okumaz, ne de olsa bilimsel bilgisi amatör ve üniversitede, ‘üstelik de’ Boğaziçi Üniversitesi’nde okuduğu göstergebilimle sınırlı bir gazeteci tarafından yazıldılar).

Yine bildiğim kadarıyla bilimsel konferans diye bir şey yoktur. Olsa olsa bilimsel bildiriler sunulan konferanslar söz konusu olabilir. Buna karşılık akademik konferans diye bir şey vardır. Bir konferansa akademik denebilmesi için yerine getirilmesi gereken bazı koşullardan söz edilebilir, ancak bunlar arasında çok taraflılık bulunmaz. Çoğulculuk, farklılık başka bir şeydir, çok taraflılık başka.

Bildirilerde dile getirilen sonuçların çoğulculuğu, farklılığı konferansın akademik değerini artırır, ancak karşıt görüşlere, hele hele resmi görüşlere yer verilmemesi, konferansın akademik değerini ya da konferansta sunulan bildirilerin bilimselliğini eksiltmez. Kaldı ki akademik bir konferanstaki bütün bildirilerin bilimsel olması da gerekmez.

Peki Boğaziçi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 25-27 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmesi planlanmış ‘Ermeni konferansı’nın düzenleyicileri kimlerdi? Çoğu akademisyen, bilim adamları. Katılımcılar da öyle. Ayrıca araştırmacılar, gazeteciler, yazarlar da vardı katılımcılar arasında…Üstelik, pek önemi yok ama, bilenler, katılımcıların tamamının ‘soykırımcı’ olmadığını da bilir. Bu insanların çoğunun derdi, 1915 olaylarını adlandırmak değil, bu olaylar öncesinde, sırasında ve sonrasında ne olup bittiğini anlamak.

Peki amacı neydi konferansın? Düzenleyicilerin ifadesiyle şuydu: Türkiye’nin kendi bilim ve düşünce insanlarının, resmi tezlerden farklı seslerini topluca yükseltmeleri, katkılarını ortaya koymaları (…) Türkiye toplumunun, asla küçümsenmeyecek nicelik ve nitelikteki özgür ve eleştirel düşünce birikiminin duyurulması, özgür ve özerk bir düşünce kuşağı olarak rüştünü ispatlaması (…) vicdani bir sorumluluğun idraki, farklı, eleştirel ve alternatif seslerin yükselmesi, Türkiye toplumunun aslında ne kadar zengin bir düşünce çoğulluğuna sahip olduğunun gösterilmesi…

Hal böyleyken, konferansın siyasi baskı sonucunda, planlanan tarih ve yerde yapılamaması, her şeyden önce, çoğulculuğa, farklılığa karşı tahammülsüzlüğün göstergesi. Konferansta tabii ki aykırı, şoke edici, hatta tehlikeli görüşler ifade edilebilirdi. İyi ama ifade özgürlüğü tam da bu tür görüşler için değilse ne içindir? Dahası, akademik özgürlüğe, üniversite özerkliğine darbe indirildi; eleştirel, sorgulayıcı, kuşkucu yaklaşım tam can evinden, kampüsten, üstelik de özgürlüğün her türünü el üstünde tutan kampüslerin başlıcasından vuruldu.

Ve nihayet, Türkiye üzerinde, bu ülkede yaşayan insanlar üzerinde çok boyutlu etkiler barındıran, dolayısıyla her yönüyle, her tarafıyla bilinmesinde yarar bulunan bir konuda kamuoyunun bilgi edinmesi, fikir geliştirmesi için bir fırsat elinden alındı..

Bir nokta daha ya da hepsinin toplamı: Geçen salı akşamı Meclis kürsüsünden, önce muhalefet ve iktidar partilerinin sözcülerince, sonra da hükümet temsilcisince yalnızca konferans katılımcılarına ya da düzenleyicilerine değil, yukarıda saydığım değerlere, çoğulculuğa, ifade özgürlüğüne, akademik özgürlüğe, üniversite özerkliğine, bilgi edinme hakkına inanan herkese hakaret edildi. Evet, düpedüz hakaret edildi. Bu hakaretin altında kalınmamalıydı. Neyse ki kalınmıyor da.

Katılımcıların kimliği, niteliği ve konferansın amacı başından beri ortada. Söz konusu olan bir lise münazarası değil, bir akademik düşünce paylaşımı, görüş alışverişi. Gerçeği tekele almak gibi bir niyet, ‘doğruluk’ dayatması gibi bir amaç söz konusu değil. Dolayısıyla konferansı ‘bilimsellik’ten uzaklık (hem de daha gerçekleşmeden) ya da tek taraflılıkla (katılımcıların görüşlerini bilmeden) eleştirmenin mantığını da anlamış değilim. Bir yandan üniversite özerkliğini, akademik özgürlüğü savunurken, bir yandan da tam da bu özerklik ve özgürlüğün kullanımını (konu, katılımcı ve mekân tercihleri olarak) eleştirmek, üstelik o özerklik, o özgürlük siyasi baskıyla boğulmuşken, ne kadar tutarlı?

Yorumlar kapatıldı.