İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hangisi daha kötü?

Gülay Göktürk

Merak ediyorum, acaba hangisi daha kötü? Ermeni meselesindeki tartışmaların sonucunda, 1915’te Ermenilere karşı katliam yapmış bir ülke olduğumuzun tescil edilmesi mi daha kötü, yoksa 90 yıl sonra bu konuyu tartışmanın hâlâ yasak olduğu, tartışmaya kalkanların hain ilan edildiği bir ülke olmak mı? Birincisi en azından “zaman aşımından” affa girebilecek bir suçtur. İkincisinin hiçbir mazereti yok!

***

Yenir yutulur gibi bir konuşma değil Cemil Çiçek’in konuşması. Ne Boğaziçi Üniversitesi için; ne Osmanlı Ermenileri Konferansı’nın katılımcıları için, ne de artık Türkiye’de bir şeylerin değiştiğine inanmak isteyenler açısından yenir yutulur gibi değil. Yazık, çok yazık… Az gittik, uz gittik, bir de baktık ki bir arpa boyu bile yol gitmemişiz. Değişim, demokratikleşme, saydamlaşma, açık tartışma üstüne edilen tonla laftan sonra kırk yıllık soğuk savaş söylemi bütün demodeliğiyle aynen karşımızda: Arkadan hançerlemek, milli davaya ihanet etmek, hain planlar yapmak ve benzeri… “Bu milletin nüfus cüzdanını taşıyanların bu milletin aleyhine propaganda yapma, hıyanet etme dönemini artık kapatmamız lazım.”mış. Böyle diyor Bakan Çiçek. “İhanet Dönemi”ni nasıl kapatacağını pek açıklamıyor ama anlaşılan bu konuda yeni TCK’ya güveniyor.

Ne oldu Ak Parti’nin Ermeni politikasına? Hani, meseleyi tarihçilerin tartışmasına bırakmak lazımdı? Tarihçiler tartışmaya başlar başlamaz hain diye saldırmak için mi “tarihçiler tartışsın” diyordunuz? Yoksa tartışma dediğiniz şey, bizim tarihçilerden milli takım kurup yabancı tarihçilerle maç yaptırmak mıydı? Milli dava söz konusu olunca bilim adamı kimliğini kim takar mı diyordunuz? Peki, kim söyledi 1915’te yaşananları “Milli bir dava” olarak milletçe savunmamız gerektiğini? Neden farkı görüş arkadan hançerlemek oluyor? Yek vücut olup aynı görüşü tekrarlamak zorunda mı herkes?

“Milli dava” lafı şimdiye kadar özgür tartışmanın önünde kurulan bir barikat, bir tartışma yasağı görevi gördü hep.. “Milli Dava”lar önünde akan sular durdu. Her hangi bir konunun “milli dava” kategorisine girmesiyle birlikte tartışma şıp diye kesildi; kimse “milli hain” olmayı göze alamaz ve olay biterdi. Ama artık o günler geride kaldı. Şimdi milli davadan bahsedenler, bana neden bundan 90 yıl önce İttihat Terakki şeflerinin yediği haltları savunmak zorunda olduğumu izah etmek zorundalar. Ben, gerçeklerden korkmuyorum. Gerçeğin açığa çıkmasından, tartışılmasından ne kendimin ne de ülkemin herhangi bir kayba uğrayacağını da düşünmüyorum. Kol kırılır yen içinde kalır mantığıyla onların ayıplarını gizlemeye çalışmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Cemil Çiçek’in “Milli hıyanet” korkutmacalarına da pabuç bırakmıyorum.

***

Prof. Dr. Halil Berktay bundan birkaç yıl önce bugünkü görüşlerini ilk dile getirdiğinde, Sabancı Üniversitesi yönetimine Berktay’ın üniversiteden kovulması için ne kadar ağır baskılar geldiğini biliyoruz. Ama Sakıp Sabancı direnmişti o baskılara; çünkü güçlüydü; üniversiteyi kendi parasıyla kurmuştu ve sürdürmek için de kimseye muhtaç değildi. Şimdi ne oluyor: Bakıyoruz, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü önceleri Şükrü Elekdağ’ın çıkışlarını, İlber Ortaylı’nın eleştirilerini göğüsleyebiliyor ama doğrudan doğruya iktidar gücü devreye girince pes ediyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ağır suçlamalarla dolu o konuşmasından sonra daha fazla direnemiyor. Geri adım atıyor ve konferansı erteliyor. Ve doğrusu ben üniversite yönetimini suçlayamıyorum. Daha fazla dikine gitse, üniversitenin nasıl cezalandırılacağı, başına neler geleceği belli değil. Düşünüyorum da, sadece bu son olay bile, özgür bilimsel çalışma için özerkliğin, ama gerçek anlamda özerkliğin ne kadar hayati bir koşul olduğunu ortaya koyuyor. Üniversite yapısındaki çeşitliliğin; vakıf üniversitelerinin ve özel üniversitelerin güçlenmesinin çok seslilik açısından önemini gösteriyor.

Yorumlar kapatıldı.