İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Adalet Bakanı bu adaletsizliği nasıl yapabilir?

Ahmet Kekeç

Bugüne kadar Ermeni meselesi hakkında yazmadım. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu konuyla ilgilenmiyorum. Dolayısıyla, “sözde soykırım” ifadesini kullanma imkanı da (!) bulamadım. Bu ifadeye bakarak, insanların vatana sadakatlerini test eden çevrelere göre henüz “nötr” konumdayım…

Bir-iki televizyon tartışması izledim, o kadar!

Bunlardan birinde, “Ermeni Masası Şefi” olduğu söylenen bir bilimadamı (eskiden liberal ve demokrat olarak bilinirdi), kafa kağıdında “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır” yazan iki Ermeni yurttaşımızı karşısına almış, “Siz de bizi öldürmediniz mi, camilerimizi kundaklamadınız mı?” diye azarlıyordu. Programı yöneten zat da kafa sallıyordu onaylayarak.

Bu tartışmayı izleyince, “Ermeni meselesinin çözümünü bağımsız tarihçilere bırakalım” diyen devlete hak verdim. Çünkü bu tarihçiler devleti aratmıyordu. Bazıları devletten de baskındı ve meselenin sadece “ihanet” terimleriyle kavranabileceğini savunuyordu.

Ben meseleye nasıl bakacağımı bilemiyorum.

Elimin altında bir kitap var:

Sefa Kaplan kardeşimin yazdığı, daha doğrusu derleştirdiği, “1915’te Ne oldu?” sorusuna cevap arayan bir kitap… Halil Berktay’dan Selim Deringil’e, Taner Akçam’dan Yusuf Halaçoğlu’na, Hrant Dink’ten İlker Türkmen’e, konuyla ilgili yirmiye yakın gazeteci-yazar-akademisyen, bazılarımızın “sözde” sıfatını uygun bulduğu “mesele”ye ilişkin görüşlerini açıklıyorlar.

Kitabı sonuna kadar okuyamadım ama, Hrant Dink’in söyledikleri dikkatimi çekti. Her zaman sorumlu ve sağduyulu çıkışlarıyla tanıdığımız Dink, meselenin, iki taraf açısından da “travmatik” olduğunu ve ancak sağlıklı bir tartışma ortamı oluşturabilirsek meseleyi çözebileceğimizi, daha da önemlisi halkları kaynaştırabileceğimizi söylüyor…

Haklı…

Haklı, çünkü ihtiyacımız olan şey, “Kim daha çok adam öldürdü?” sorusuna cevap aramak değil. İhtiyacımız olan şey, ne yazık ki devlette ve devletin iş ihale ettiği “bağımsız tarihçilerde” bulunmayan bir şey:

İtidal…

Peki, Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in çıkışını “itidal” açısından nasıl değerlendireceğiz?

Biliyorsunuz, Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılacak “Osmanlı Ermenileri” konulu dizi-konferans, Cemil Çiçek’in, “Bu, Türk milletini arkadan hançerlemektir, keşke Adalet Bakanı olarak dava açma yetkimi devretmeseydim…” sözleri üzerine ertelendi.

Bu nasıl olur?

İktidar makamındaki sorumlu bir bakan, üstelik adaleti temsil eden bir bakan, henüz gerçekleşmemiş, kimin ne söyleceği meçhul bir konferansı ne hakla “sorumsuzluk”, “ciddiyetsizlik”, “Türk milletine ihanet”, “devleti arkadan hançerlemek” olarak değerlendirebilir?

Böyle bir adaletsizliği nasıl yapabilir?

Bakanın, daha kötüsü olamayacak yeni TCK ve “milli yararlar” konusundaki inadını biliyoruz; muhtemelen bu konferansı henüz yürürlüğe girmemiş yasa açısından (“milli yararlar” açısından) “tehlikeli” bulmuştur.

İyi de, yeni yasa sadece “milli yararlar”dan ibaret değil ki; bir de eski 312’yi karşılayan 216. madde var. Bu madde, bildiğimiz kadarıyla “tahrik” suçunu cezalandırıyor. Bakan, henüz gerçekleşmemiş, kimin ne söyleyeceği meçhul konferansı hedef göstererek, dahası konferansa katılacakları peşinen “suçlu” ve “vatan haini” ilan ederek çok daha daha ağır bir suçu, “tahrik” suçunu işlemiş olmuyor mu?

Hem, bir devlet adamına yakışıyor mu bu azarlama üslubu? Hepimiz özgür, medeni, sorumluluğunu müdrik insanlar değil miyiz?

Peki, AB konusundaki kararlılığını bildiğimiz Başbakan, neredeyse yaptığı her çıkışla yeni problem alanları oluşturan ve hükümetin defans kurgusunu zayıflatan Çiçek’in bu tavrını nasıl değerlendiriyor?

Daha doğrusu, değerlendiriyor mu?

Yorumlar kapatıldı.