İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım retoriğiyle aşure

ERTUĞRUL UZUN

Eğer elinizde bir yasa maddesi varsa ve bu yasa maddesinin hangi olayları kapsadığını belirlemek istiyorsanız yapacağınız birkaç şey vardır. Birincisi, ifadenin dil açısından neye karşılık geldiğini araştırırsınız. Zor olmayan, aynı zamanda çok da fazla yorum yapmanıza gerek olmayan bir araştırmadır bu. Okursunuz ve ne anlama geldiğini, hangi olayları kapsadığını belirlersiniz. Eğer madde hükmünün yazılışından ya da somut olayın özelliklerinden kaynaklanan bir zorluk varsa, yorum mekanizması devreye girer. Araştırmada yapabileceğiniz ikinci şey, mahkeme kararlarına bakmaktır. Mahkeme kararları önemlidir, zira, çoğu zaman, yasanın ne olduğunu belirleyen, mahkemenin yasadan ne anladığıdır. Burada önemli bir nokta var. Eğer tarafsanız, yani bir duruşmada davalı veya davacı sıfatıyla bulunuyorsanız, kendiniz için en uygun yorumu mahkemeye kabul ettirmeye çalışırsınız. İşte burada, yorumun bilinen yöntemlerinin dışında bir araca başvurmalısınız: Retorik! Kelimelerin anlamlarıyla oynamaya başlar, hakimi ve varsa jüri üyelerini vicdanen etkilemeye çalışırsınız. Davalı iseniz, karşı tarafa yönelttiğiniz suçlamanın mahkeme önünde kabul edilebilmesi için lafı uzattıkça uzatır, akla hayale gelmedik karşılaştırmalar yapar, elmalarla armutların esasında aynı şey olduğunu ispatlamaya çalışır, anlamı apaçık ifadeleri muğlak hale getirir ve büyük bir kafa karışıklığına yol açarak sanki haklıymış gibi görünürsünüz.

Radikal İki’nin geçen haftaki sayısında, 4. sayfada, Ahmet İnsel ve Taha Parla’nın yaptığı, işte tam da buydu.

Tanımı eğip bükmek

Sayın Parla “Dominolar düşerken” başlıklı yazısında, uluslararası hukukun yasalarından sayılabilecek bir metnin, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması ile İlgili BM Konvansiyonu’nun soykırımı tanımlayan 2. maddesinin çevirisini veriyor, ancak akıl almaz bir şekilde tanımı eğip büküyordu; hem de maddenin çevirisi gözümüzün önünde dururken. Parla’ya göre, maddenin (a) fıkrası “bir grubun mensuplarını öldürmek” dediğine göre, bu ifadenin “salt o grubun üyeleri oldukları için” öldürmek şeklinde anlaşılması mümkün değil. Önce Parla’nın bir çeviri hatası yaptığını söyleyelim. Fıkrayı “bir grubun mensuplarını öldürmek” diye çevirmek yanlış. Zira orijinal metin, “killing members of the group” şeklindedir. Küçük bir İngilizce bilgisi: Eğer bir ismin başında “the”yı görürseniz, anlamalısınız ki isim belirlidir. Türkçe’de böyle bir kullanım olmadığı için “a group” Türkçe’ye “bir grup”, “the group” ise “grup” olarak çevrilir. Esasında bu dilbilgisi kuralını hatırlamaya bile gerek yok. Maddenin kendisi, grubun belirli olduğunu söylüyor. Parla’nın çevirisinden aktarıyorum:

“Bu konvansiyonda soykırım ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek niyetiyle/kasdiyle işlenmiş aşağıdaki eylemlerden biri anlamına gelir…”

Yani, “bir grubun mensuplarını öldürmek”ten değil, bir grubu kısmen veya tamamen yok etmek niyetiyle/kasdiyle “o” grubun mensuplarını öldürmekten bahsediliyor. Dolayısıyla, yaklaşımın daraltıcılığından şikayet etmenin bir anlamı yok, çünkü soykırım sözleşmesinin düzenlenmesi, başka bir anlam taşıyor.

Soykırım suçunun uluslararası bir düzenlemeye konu olması, suçun vehametinden ileri geliyor. Yoksa, şartlar oluşmadığı için bu kapsama alınmamış diğer gayrı ahlâki eylemlerin sorumluluğundan kurtulabilmek için değil. Uluslararası hukuk, ceza alanında, ancak çok ağır suçları kapsamına alabilir. Bu durumlarda bile uluslararası müdahale ve cezalandırma işlemlerinin ağır aksak ve taraflı işlediği malumdur. Soykırım tanımlamasına girmeyen bir eylemin soykırım olarak nitelenmesi, elbette ki kabul edilemezdir. Önemli olan, böyle bir belirlemenin uluslararası siyasal düzlemde Türkiye’ye vereceği zarardır. Yazıda bahsedildiği gibi, o dönemde yaşananlardan dolayı gönül rahatlığıyla karşılayacak olan varsa, bu başka bir meseledir. Ancak aklanmadan çok, hak ettiğinden daha büyük bir karşılık alma korkusu söz konusu. Eylem kötü diye, cezanın en ağırını vermek hangi anlayışla bağdaşır?

Sayın Parla haklı: “Bazı konular vardır, fazla laf kaldırmaz…” Açık ifadelerin olduğu bir durumda, kelimeleri bağlamlarından çıkartıp başka bir tartışmada argüman olarak kullanmak, berraklığı sağlamaz, bilakis, ortalığı bulandırır.

Elma-armut eşleştirmesi

Ahmet İnsel ise, Cezayir devlet başkanı Abdülaziz Buteflika’nın Fransa’ya yaptığı çağrıdan hareketle, Türkiye’de “Ermenilerin maruz kaldıkları kitlesel katliamları” kabul etmeyenleri, Cezayir halkından özür dilemeyi reddeden Fransızlarla bir tutuyor. Retoriğin elma-armut eşleştirmesi de işte burada ortaya çıkıyor. Osmanlı tebası Ermenilerin bağımsızlık isteği ile, sömürgeci Fransa’ya karşı savaşan Cezayir halkı nasıl aynı kefeye konabilir? Sınırları belli olmayan bir Ermenistan, Cezayir ile nasıl eş tutulabilir? Fransa konusunda ortaya konması gereken, başkaları hakkında karar verirken ne rahat olunduğu, iş kendi tarihine geldiğinde, nasıl bin dereden su getirildiğidir. Bu elbette sadece Fransa’nın gösterdiği bir tavır değil; özneyi, Parla gibi genişletmek mümkün. Ancak Fransa’yı eleştirmek, illa ki onun konumunda olmayı ya da peşinen kendi tarihi hakkında hüküm vermeyi gerektirmiyor.

ERTUĞRUL UZUN: Anadolu Üni., Hukuk Fak.

Yorumlar kapatıldı.