İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Faşizm ciddi iştir…

Ragıp Zarakolu

Hep yazılır çizilir. Hani bir biçimde, tek parti rejiminin son, çürüme surecinde esrarengiz bir biçimde intihar eden bir Ankara valisi vardı. Nevzat Tandoğan şöyle demişti, bir keresinde: ‘Memlekete komünizm gerekirse, onu da biz getiririz’.

Nitekim, zaten bu ülkede, büyüklerimiz öyle öngördüğü için, 1920’li yılların başında, Bolşevik rüzgarlar eserken, resmi bir komünist partisi kurdurulmuştu, hani hacette gerekli olur diye, Komünist Enternasyonal’e başvuru bile yaptırılmıştı. Adamlar da gülmüş, ‘komünist olmanıza gerek yok, anti emperyalist kalın bize yeter’ demişlerdi.

Ama bu arada, asil TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ve yoldaşları Karadeniz’de boğdurulmuş, Meclis’teki legal parti, Halk İştirakiyun Partisi kapatılmış ve önderleri tutuklanmış, ayrıca da hızla sola kayan Çerkeş Ethem’in partizan birlikleri Yunan Cephesi’nde sıkıştırılmış, iltica etmek zorunda bırakılmıştı. Resmi TKP’nin önderleri arasında Türkiye’nin 3 cumhurbaşkanı, yaman komitacı Celal Bayar da vardı.

Zaman geldi, memlekete liberalizm gerekti, pek derin devletimizin ‘B kadrosuna’ liberal görünümlü parti kurduruldu 30’larin başında. Halkımız işi ciddiye alıp, ‘kurtarın bizi bunların elinden’ diye sokaklara dökülünce bu partinin nasıl kapatıldığı bilinemedi.

1945’te ise ‘B kadrosu’, sözde demokrat partiyi kurdu. Bu arada, bütün sosyalist parti ve sendikalar kapatıldı. Sağda yer alan ama devletin derinliklerinden azade olan Osman Bölükbaşı’nın sağ eğilimli Millet Partisi’nin başına ise gelmeyen kalmadı. Oğlu, diplomat Deniz Bölükbaşı, su sıralarda babasını anlatan bir kitap yayınladı. Kendisi insan hakları sorunsalına hakim ender diplomatlardan biridir. Bu kitapta, Celal Bayar’ın, üstelik muhalefette iken, nasıl sahte bir suikast ihbarı ile, babasını tutuklattığını anlatır.

Bütün 50’li yıllar tek parti rejiminin, daha 30’lu yıllarda başlayan ‘A’ ve ‘B’ kadrosu arasındaki yoğun didişmesi ile geçti.

Aslında 60 darbesi olmasaydı, secimle iktidarı bırakmayı becerebilselerdi, sistem oturuyordu, biz de Amerikan demokrasisi gibi, Demokratlarla Cumhuriyetçilerimizin kibar iktidar değişimlerine sahip olacaktık.

Memlekete ‘İslamcılık’ gerekti, onu bile kendi kanallarına sokmayı, şekilsizleştirmeyi başardılar. Şu hale baksanıza.

İnanın, memlekete ‘Kürtçülük’ gereksin, hemen onun ihalesine de girerler. Belki de girmişlerdir bile, kim bilir. Neyse, çift taraflı nazik konu…

Bütün bunları bana, MHP içinde, ‘tabandan’ başlatılan, olağanüstü kongre ‘isyanı’ hatırlattı. Ülkücü camia içinde ‘başbuğa başkaldırı’, ülkücü düşüncenin sistematiğine pek uymaz.

Ama MHP’de isyan var. MHP içinde 80 öncesinde derin devletin varlığını, koalisyon ortakları Bay Ecevit de beyan ettiği için herkese malum. Hatta bu duruma duyulan tepki BBP bölünmesine yol açacaktı.

Bay Bahçeli, partisindeki isyanın arkasında, ‘derin devletin’ olduğunu ifşa etti.

Bay Bahçeli, bu guruplarca artık ‘light’ bulunuyor.

Daha ‘arı’, ‘safkancı’ yaklaşımlar talep ediyorlar.

Daha ‘radikal’ milliyetçi çıkışlar talep ediyorlar.

İsyanın başını çekenler eski zabitler, akademisyenler, bürokratlar… Tercüme edecek olursak, ‘memlekete faşizm gerekecekse, onu da biz yaparız’ diyorlar.

Hitler’in ‘Mein Kampf’ı patlamada.

Almanya’daki Neo-Naziler gibi, mezarlıklara saldırılar başladı. Onno Tunç’un anısına konan taşlar bile bundan nasibini aldı.

‘Radikal’ eylem taleplerinin baskısı altında, Bay Bahçeli de, sayısı binlere inmiş Rum azınlığı hedef alan, eylemlere onay verdi. Patrikhane önündeki gösteriyi, Rum Noelini, Efes’teki ayini taciz aksiyonu izledi. Sözde maneviyatçılar, insanların dinsel seremonilerine saldırma hakkini kendilerini görüyorlar. Paranoya o safhada ki, milli güvenlik belgesinde 1919’larda kapanmış Pontos sorunu bile girdi.

Irkçı ve anti semit söylem hızla pompalanıyor, bunları yapanlar arasında, kimi ‘solcu’ etiketli akademisyenler de var. MHP ‘muhalefeti’ bunları kendilerine, Bay Bahçeli’den daha yakın buluyormuş…

Atatürk’ün astırdığı çetecilerin anıtını diken, altına ‘Karadeniz’i Rum ve Ermenilerden temizleyen’ diye övgüler yazan Susurluk Davası kaçkını, kimi korunmuş ‘derin’ kişiler, tam bir seferberlik halinde simdi.

İşte alın size, ‘halkı ırk esası üzerinde çatışmaya tahrik’, işte alın ‘planlı, tek merkezli hazırlık’, ‘kin ve düşmanlık’ propagandası’ vs…

Neredesin ey ruh, TCY eskisi, yenisi…

Ya da en kolayı, TCY’ye yeni bir madde ekleyin, ‘bazı’ kişilerin, özellikle ‘derin’ kökenli olanların ‘suç işleme, özellikle de insanlığa karsı suç işleme özgürlüğü, yada ayrıcalığı vardır’ diye…

Biz de çenemizi boşuna yormayalım.

Yorumlar kapatıldı.