İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni sempozyumu

Ali Bayramoğlu

Çarşamba günü, Sabancı, Bilgi ve Boğaziçi üniversitelerinin birlikte düzenlediği, 3 gün sürecek önemli bir sempozyum başlayacak. Başlığı şu: “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları”…

Toplantıya, bu konudaki Türk resmi tezine mesafeli duran, eleştirel yaklaşan, tarihi ve toplumsal bilginin çok sesli ve çok parçalı olduğunu düşünen, birçoğu dönemin ve konunun uzmanı olan sosyal bilimciler ve tarihçiler katılacak…

Düşüncemizi hemen söyleyelim:

Türk bilim adamları ve entelektüellerinin Ermeni meselesini resmi tezi merkeze almadan, özgür bir şekilde tartışacak olmaları, bu ülkenin demokratik olgunluk yolunda katedeceği mesafe açısından önemlidir.

Bu konuda bugüne kadar yapılan toplantıların resmi görüşler etrafında, resmi kurumlar tarafından ya da resmi destekle yapıldığı ve tek sesli bir nitelik taşıdığı açıktır.

Açık olan diğer husus ise herkesin bu konuda şöyle ya da böyle tavrının bulunması, buna karşılık pek az insanın gerçekten bilgi sahip bulunmasıdır. Nitekim söz konusu resmi toplantılar ya da yoğun propaganda faaliyetleri bu zemin üzerinde, resmi tezin yurt dışından çok içeriye, Türk kamuoyuna aktarılması, ona benimsetilmesi üzerine temellenmiştir.

Sadece bu açıdan, biçimsel açıdan bile üç önemli üniversitenin, sivil ve özgür bilim adamlarının girişimi kendi başına bir değer taşımaktadır.

Bu girişim Türk üniversitesi, oradan hareketle Türk toplumu için özgürlük, demokrasi ve bellek sınavı anlamı taşıyor…

Bu sınav, çok sesli bir düşünce dünyasının varlığına işaret edeceği gibi, bilgi ve bilimin olmazsa olmaz koşulu “ahlak, etik, ilke” üçlüsünün, fayda ve fayda için tahrifat karşısında, sesini yükseltecektir.

Toplumların gücünü, olgunluğunu, ahlakını, vicdani ve etik yüzleşme kabiliyeti ile eleştirel bakma, kendisini eleştirme düzeyi belirler.

Bu sempozyum Türk toplumu adına bu konuda atılan önemli adımlardan birisidir.

Kürşat Bumin’in bir yazısını hatırlıyorum, şöyle diyordu:

‘Tarih’ adı verilen disiplin bu ülkede uzun yıllar boyunca ve büyük ölçüde Pascal’ın 17. yüzyılda ona atfettiği anlam çerçevesinde anlaşılmış; yani asıl olarak akılcı bir yöntem ve tecrübeden değil de ‘otorite’den hareket eden bir disiplin anlamında, yani daha da açıkcası, ‘Tarih’in ve dolayısıyla ‘tarihçi’nin araçsallaştırılması anlamında…” kullanılmıştır. Dikkat ederseniz bugüne kadar bilimler ailesi içinde hakkında en fazla laf edilmiş aile üyesi ‘Tarih’tir. Ne olduğu, neye hizmet ettiği, neye hizmet etmesi gerektiği, malzemesiyle ilişkisi ve tabii ‘tarihçi’nin kim olduğu yolundaki tartışmalar hâlâ tükenmiş değil. ‘Tarih’in başına niçin bu bitmez tükenmez tartışmaların geldiğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Çünkü ‘Tarih’ geçmişi kurcalamakla görevlendirilmiştir ve ‘geçmiş’ (ya da daha doğrusu ‘hafıza’) ulus devletler açısından şaka kaldırır bir kavram değildir. Dolayısıyla, ‘Tarih’in ve ‘tarihçi’nin araçsallaştırılmasının onun kuruluş-varlık nedenleri arasında olduğu bile söylenebilir…”

Resmi tarih ile yaşanan tarih arasındaki ölümcül farklar Türkiye’de her kutuplaşmanın, örneğin Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-İslami kesim kutuplaşmanın temelinde yatmaz mı?

Yaşanan tarih konusunda bugün yol alınabilmiş, bu yol farklı kesimler arasındaki uçurumları bir nebze törpüleyebilmişse, bu, Türk Tarih Tezi’den tek parti meselesine, Varlık Vergisi’den İstiklal Mahkemeleri ve İskilipli Atıf Hoca’ya değin yaşanan tarihin üzerine giden, onu deşen, ortaya koyan akıllar sayesinde olmuştur.

Ermeni tehciri meselesinde bir grup tarihçi, sosyal bilimci, entelektüel girişiminin asıl anlamı işte burada yatmaktadır.

Ama basını ve kamu otoritesiyle sistemin bu kadarına, bir iç tartışmaya bile tahammülü yok.

Günlerdir Hürriyet, Milliyet gazetelerinden bu toplantıya salvo atışları yapılıyor. Resmi tezi savunanların neden bu toplantıya çağrılmadığı sorgulanıyor. Halaçoğlu “ben devletten para alıyorum, onlar kimden alıyor, biz Türk tezini onlar diyasporanın tezinin savunuyor” şeklinde düşünce çabasına meydan okuyor. Dört elden bir cepheleşme üretilmeye çalışılıyor: Milli tez bir yanda, bu teze güven duymadıkları için Ermeni yanlısı ilan edilenler diğer yanda tanımlanıyor…

Olmayan bir kutuplaşmayı üretmeye çalışmak, özgür düşüncenin önünü kesmeye uğraşmak, tek sesli bir fayda kültürünün peşinde koşmak bu ülke adına utanç vericidir.

Türkiye bunları daha önce de gördü. En son 28 Şubat’ta gördü.

Özgür ve eleştirel akıl her zaman galebe çalar…

Yorumlar kapatıldı.