İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir filolog olarak…

Murat Belge

Cumartesi sabahının Milliyet gazetesine baktığımda, İlber Ortaylı’nın hakkımda bir şeyler söylediğini gördüm. Olur olmaz bir şeyler söyleyen herkese cevap yazma gereği duymuyorum; bu da ‘olur olmaz’ın ötesine geçen bir şey değil. Gene de, ciddi bir demagoji dozu içerdiği ve bu demagojinin sergilenmesi gerektiği için, bu yazıyı yazıyorum.

Önümüzdeki hafta Ermeni kıyımı konusunda bir konferans toplanacak ve ben toplanmasına önayak olanlardan biriyim. Çağrılanlar ‘Böyle bir şey olmadı’ diyenler değil. Bu saatten sonra ‘Oldu mu, olmadı mı?’ tartışması yapmak değil amacımız. O tartışma zaten yürüyor, kendi kanalında.

Ortaylı, ilkin “Davet edilenler hep belli bir takımın isimleri” demiş. Evet, kendisinin bir süre önce transfer olmayı seçtiği ‘takım’dan değil, buraya çağrılanlar.

İlber Ortaylı, işi hemen bir ‘uzmanlık’ noktasına taşıyor. “Hukuksal problemleri herhalde İngiliz filoloğu Murat Belge tartışacak” demiş.

‘Takım’a transfer olduktan bu yana, ‘takım oyunu’nun kurallarını da öğrenmiş.

Bu konu, Türkiye’de en fazla ‘tansiyon yükselten’ konu. Çoğunluk bilgi sahibi değil, ama bir ‘pozisyon sahibi’ olmaya zorlanmış. Kimse konuyu ‘bilgi’ye dayanarak konuşmaya hazır değil, ama böyle ‘Filolog da hukuktan ne anlarmış!’ türü sloganlar hazırlayıp takımınıza sunarsanız, bunlar hemen cephane olarak kullanılır, işe yarar.

İlkin, olgusal çarpıtmayı düzeltelim: yazılarımda (kıyımla ilgili) hukuk alanındaki sorunların ne olduğunu gösterdim, hukuktan o kadar anlarım (bir kere, Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş yıldönümü için düzenlenmiş bir toplantısında, ‘ulusal ve uluslararası hukuk’ üstüne konuşmaya davet edilmiştim. İlber Ortaylı hazır işe başlamışken gidip Anayasa Mahkemesi’ni de haşlasın, ‘Filoloğu nereden çağrıyorsunuz?’ diye). Ama bu toplantıda Ermeni sorununun bugünün Türkiyesi’nde nasıl demokratikleşmeyi engelleyen bir olgu haline geldiği konusunda konuşacağım. Bir de, Türk edebiyatına bu konunun nasıl yansıdığına bakacağım.

Ama asıl ilkesel çarpıtmaya gelelim.

Garip bir ‘uzmanokrasi’ anlayışı geliştiriyor İlber Ortaylı. Doğa bilimlerinde bile ‘interdisciplinary’ dediğimiz yaklaşımın önem kazandığı bir dönemde, toplumsal bilim ve tarih alanında yalnız o alanın uzmanlarına konuşma hakkı tanıyor. Bu mantığı biraz daha ileri götürürseniz, sözgelişi Ermeni kıyımının olup olmadığı konusunda, bir eczacı veya bir kimyagerin de fikir sahibi olmasına imkân kalmaz. ‘Bunu tarihçiler çözsün’ diye formüllenen savsaklama taktiğini Ortaylı -herhalde tarihçi olduğu için- ciddiye almış olmalı. Ortaylı ‘Olmadı’ diyecek, eczacı ve kimyager ve geri kalanımız, ‘Olmamış, olmamış’ diyeceğiz, ‘Ortaylı söyledi, olmamış.’

Yıllardan beri basında yazarım, her türlü yayın türünde yazarım. Kendim bir yığın yayının editörlüğünü yaptım.

Herhalde en az, ‘filoloji’ konusunda yazmışımdır. Bu gazete kurulduğunda beni de yazmaya çağıranlar ‘filoloji’ konusunda söyleyeceklerimi mi merak ediyorlardı?

İlber Ortaylı kendi söylediği sözün nasıl bir mugalata olduğunu bilmeyecek, cahil bir adam değildir. Ama yaptığı tercih böyle olduğu için, böyle konuşması gerekiyor.

Önemli olan ‘uzmanlık’ değildir. Dergiler, kitaplar yayımlanıyor, merakı olan, öğrenmek istediğini öğreniyor. Önemli olan, aklını akıldan gayrı, bilgisini bilgi üretiminden gayrı bir şeylerin hizmetine vermemek.

Uzman olan, bir şeylerin ‘allamesi’ olan, ama kendi vicdanının sesinden çok, birtakım şeylerin pırıltısına kapılan çok adam gördük. Böylelerine tarihin nasıl davrandığını en iyi tarihçilerin bilmesi beklenirdi.

Yorumlar kapatıldı.