İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cezayir için en son konuşacak olanlar…

Ragıp Zaragolu

Dünkü gazete manşetlerinde, 12 Mart rejiminin başbakanı Nihat Erim’in günlüklerinden seçilmiş sayfalar yer almaktaydı. Benim için Talat Paşa’nın günlüklerinden sonra, son dönemde okuduğum en ilginç belgelerden biri oldu. Murat Bardakçı, Talat Paşa’nın yayını, tam Ermeni mallarının listelerini içeren sayfalar gündeme geldiğinde durdurulan defterlerini, bazı sayfaları ayıklamadan yayınlasa, o dönemin tarihini kavramaya büyük katkı yapardı.

Nihat Erim’in de günlüklerini okuduktan sonra, Deniz’lerin asılmasının gençlikten nefret eden Bay Demirel’in bir çeşit rövanşı olduğu anlaşılıyor. Herhalde Deniz’in ipini militaristlere çektirmek, büyük keyif olmuştur Bay Demirel için.

Ona göre kendisinin iktidardan düşürülmesinin önünü gençler açmıştı. Daha başbakan olmadan bir kaç yıl önce, DP’lilerin affına karşı çıkan CHP’li gençler ‘Yeni İstanbul’ gazetesini kuşattığı sırada, arka pencereden kaçtığı söylenir. Belki de o gün ant içmişti, üniversite gençliğinden öç almaya.

Zaten iktidara gelir gelmez ilk isi, TMTF’yi kapattırmak olmuştu. O donemde, üniversite gençliği hızla CHP’den sola kayıyordu, ama Bay Demirel için fark etmezdi.
12 Mart’a direnemeyen, şapkasını alıp giden Bay Demirel, böylece intikamını almış oldu, Deniz’lerin idamı surecini hızlandırarak…

Nihat Erim, tek parti rejiminin son yıllarında, ‘hürriyetlerin üzerine şal atılabilir’ diyen genç akademisyen kökenli politikacılardan biri idi. Gazeteci, yazar Sabahattin Ali, onun bakan olduğu bir sırada kaçırılarak olduruldu. Eskiler, bu ‘operasyondan’ en azından haberdar olduğunu söylerler.

Bizim Üniversite, hep otoriter rejimleri sevmiştir oldum olası. Reform adi altında yapılan yeni yasal düzenlemelere de imzalarını atmışlar, temel hakların kısıtlanmasına gerekçe hazırlamışlardır.

Özgür düşünceli akademisyenler ise sistematik olarak tasfiye edilmiş, en azından etkisiz hale getirilmişlerdir, üniversitenin diş yüzüne makyaj yapmak için kısıtlı bir kontenjan tanınmıştır.

Nihat Erim de, ‘reform’ adi altında temel hakları kısıtlayan, aydınları kitlesel olarak tutuklatan militarist cuntanın makyaj malzemesi olmuştu.

Militaristler sol gösterip sağ vurmuş, Demirel’in tek basına yapamadığını, el birliği ile halledip, sol harekete karşı bir cihat seferi ilan etmişlerdi. Zavallı Erim de onu örten sal olmuştu. Sonra da bir yetim gibi ortada bırakılmıştı. Bir başka militarist darbenin gerekçelerinden biri olmak üzere…

Erim’in başbakanlığı döneminde işkence sistematik hale geldi. Devrimci hareketin önder kadrolarını imha etmek üzere, Mustafa Suphi’lerin katledilmesinden bu yana en büyük katliamlar ilan olundu. O donemde yaygınlaşan işkenceye karşı, vicdani olarak bir şeyler yapma ihtiyacı içindeydim. Bu nedenle 1972 yılında, Yunanistan’daki 1967 Albaylar Cuntası dönemindeki işkenceleri aktaran Af Örgütü raporunu, bu arada tiyatrocu Korevessis’in ‘The Method’ adli tanıklığını tercüme ettim. Yayıncıma da, Henri Alleg in ‘La Question’ (Sorgu) adli Cezayir’de Fransız ordusunun yaptığı işkenceleri anlatan kitabini tercüme ettirerek eklemesini önerdim. Kısa sure sonra ben de hapse girdim, Aydınlar Davası nedeniyle. Böylece Bay Falaka ile bilfiil tanışmış oldum. Ben hapiste iken yayınlanan çevirileri, ancak 1974’te afla tahliye edildikten sonra görebildim.

Henri Alleg bizim kuşak için bir mitti. Cezayir bağımsızlık savaşçılarına yardım ettiği için scourges Fransız ordusu tarafından tutuklanıp, işkence edilmişti. Gizlice küçük kağıtlara yazdığı anıları, sol eğilimli gardiyanlar tarafından kaçırılıp, Sartre’in önsözü ile yayınlanınca ortalık birbirine girdi. Sartre Nazilerden farkımız kalmadı diyordu. Bence Fransa, Cezayir’de yürüttüğü sömürge savaşını tam o anda kaybetti, insanların vicdanında. Sene 1959 idi. Ve genç bir yayıncı, Muzaffer Erdost, bunun Alaaddin Bilgi tarafından yapılan çevirisini sıcağı sıcağına yayınladı. Kim bilirdi ki, kendi vatanımızda benzeri işkencelere tanık olunacaktı yıllar sonra.

Şimdi bizim soykırım inkarcıları, Fransa’ya karşı, kimin cinayeti daha büyük yarışması açtılar. Unutuyorlar ki, NATO üyesi olan Türkiye bu kirli savaşta, Cezayir halkının değil, Fransa’nın yanındaydı. Yine NATO üyesi olan Yunan ordusu, sola karşı, Türkiye’den önce systematic işkenceyi uygulamaya koymuştu. ‘Tam tencere dibin kara’ misali…

2001 yılı Haziran’ında Paris’te Fransız Senatosunda düzenlenen Ermeni-Türk Diyaloğu toplantısında başkanlık için, Henri Alleg’i önermiştim. Önce ‘benden hoşlanmazlar’ dedi, ısrar edince kabul etti. Fransız Senatosu’nun çatısı altında Henri Alleg, ‘Fransa bu tür toplantılarla vicdanını akladığını sanmasın, kendi ayıbını temizleyerek, Cezayir halkından özür dilesin’ diyerek toplantıyı açtığında, bizzat Senato çatısı altında, rövanşını almıştı. Bunun öyküsünün ayrıntılarını daha sonraki yazıya bırakayım.

Ermeni halkının acısını bölüşemeyen, Cezayir halkının acısını da bölüşemez.

Başkasına şantaj için bu tür acıları koymak, acıyı acının karşısına koymaktan daha iğrenç, tiksinti verici bir şey olamaz. ‘Sen benim ayıbımı dökersen, ben de seninkini dökerim’ tavrı, sadece bir şantajı çağrıştırır, mafya yöntemlerini anımsatır.

Yorumlar kapatıldı.