İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

İnsan sınırlarının bilincinde mi?

İstanbul,04.05.05

Bu yazının amacı, insanın kendi sınırlarını bilinçli olarak tanımasına yardımcı olmaktır.İçinde yaşadığımız çevreyi,farkında olmadan yaşadığımız olumsuzlukların üstesinden gelebilmek için bu olumsuzlukları, sınırlamaları, kendi dünyamızla uyumlu hale getirebilmek için bazı gerçekleri içselleştirmemiz gerektiğine inanıyorum.

Sınır kelime anlamı itibari ile iki ülkeyi ,iki devleti veya iki araziyi ayıran çizgiye denir. Bu coğrafi sınırın güvenliği için setler,duvarlar çekilir , mayınlar döşenir veya asker sınırda bekletilir, amaç her türlü izinsiz girişi engellemek, halkın güvenliğini sağlamak , ülkeyi düşman istilasından korumaktır.

Bu koruma şemsiyesi doğuştan itibaren kendini çeşitli şekillerde göstermektedir.İnsanoğlu ilk var oluşu ile birlikte kendisini dünya denilen gezegenin içinde bulmuştur.Burada insan zaman içersinde kendi sınırlarını tanımaya başlar,fiziksel yapısı ve gücü itibarı ile o doğa karşısında güçsüz bir varlıktır, o deprem, sel ve diğer iklim koşulları karşısında çoğu kez çaresiz kalır, kendisinin doğa karşısında ve doğanın gücüne karşı sınırlı olduğunu anlamaya başlar.

Bilimin gelişmesi ile insanlar doğanın iklim ve diğer şartlarına karşı direnmeyi öğrenirler, teknolojik gelişmeyle insan doğanın sınırlamalarını kısmen aşmıştır.Bu arada bilime paralel olarak Teoloji(din bilimi) insanoğlunun kendi varlık kökenini bilme merakıyla doğar ve gelişir.Bilimin gelişmesi yüzyılımıza gelinceye kadar öyle düşünüldüğü gibi kolay olmamıştır.Avrupa’da din , bilimin gelişmesini uzun süre engellemiştir,bu yönde ideolojik çatışmalar yıllarca devam etmiştir. Ancak Endüstri Devriminden sonra bilime ve sanayinin gelişimine toplumlar ses çıkarmaz olmuş ve teknolojik kolaylıklar nedeniyle Din unsuru engelleyici olmaktan vazgeçmiştir. Evrim ve insanın yaradılışı üzerine ortaya atılan savlar, din alemince kabul edilmemiştir. yaradılış konusunda savunulan Darwinizmci (evrim kuramı) savlar, dini camia tarafından gerçeklerden uzak ve hayal dışı önermeler olarak kabul edilmiştir; Görülüyor ki din ile bilim arasındaki görüş ayrılıkları bugün dahi güncelliğini korumaktadır. Görünen o ki, bilim, sınırlar içersinde gözlemler ile neden-sonuç ilişkisine giderken, açıklanması güç ve imkansız gibi görünen hallerde “Tanrının gücü’’ ne sığınmaktadır .Din ile bilim arasındaki düşünsel yaklaşım sevindiricidir.

Doğuştan itibaren gelişim sürecinde çocuk sınırlarını ebeveyni vasıtasıyla tanımaya başlar,
çocuğa dikte edilen kurallar onu korumaya yöneliktir ve ebeveynin çocuğun birtakım beceriler kazanabilmesi için azami çaba gösterir. Ancak çocuklara öğretilenler neden-sonuç ilişkisi içerisinde olursa kendi özgür iradesi ile seçim yapma becerisi geliştirilebilir. Okul çağına geldiğinde çocuk, her ülkenin uyguladığı eğitim sistemine , etik kurallarına göre yetiştirilir. Özgür iradeye sahip olduğunu düşünerek yetiştirilmiş çocukların algılamasında toplumun zorunlu kuralları ve zorunlu olmayan kuralları vardır. Ancak ülkemizde zorunlu kuralların çok önemsenmesi nedeniyle yaratıcı beyinli sanatçı ruhlu çocuklar az yetiştirilmektedir. Burada var olan asıl sınır ise ebeveynlerin düşünme kapasitesinin darlığıdır. Eğitimde konu içerikleri ülkelerin gelişmişlik düzeyine , sosyo-politik gelişim düzeylerine göre farklılık arzeder. Uygulanan eğitim sistemi çocuğun hareket alanlarını ya kısıtlar veya onu geliştirir.

Yüksek öğrenime geldiğimizde görüyoruz ki öğrenciler çeşitli engellerle karşı karşıya kalabiliyorlar.Üniversitelerde örneğin politik görüş, ifade özgürlüğü, kılık ve kıyafet özgürlüğü, bilimsel görüş ve düşünceler açıklanması gibi kısaca üniversitede var olması gereken özerklik ve normlar Türkiyede Yüksek Öğretim Kurulunun geçerli yönetmeliklerine bağlanmıştır. YÖK burada denetleyici ,düzenleyici organ olarak görevini sürdürmektedir.

Üniversite eğitimi veya meslek edindirme kurslarının bitiminden sonra birey, gerçek iş hayatına ilk adımlarını atar. Kişi burada maalesef gerçek bir seleksiyona/seçime tabi tutulur. İşe yerleştirme , kişinin bilgi ve becerisi irdelenerek gerçekleştirilir.İş hayatındaki bu tür bir uygulama güçlüyü, kabiliyetliyi seçmek ve diğerlerini elemek amaçlıdır. Çalışılması tercih edilen kişi olmak algılaması ve hayata bakış açısı farklı olanlardır. Çalışma hayatında oluşturulmuş olan hiyerarşik düzen ve kapital hakimiyeti birini emreden(işveren)diğerini ise emire uyan(işçi) konumuna sokmaktadır, eğer çalışan kuruma uygun bir düşünme tarzı içinde değilse mutsuzluk kaçınılmazdır. Yoksa katı kurallar kendini gösterecektir. iş yaşamı süreçinde iş kurallarına uymayanlar işten çıkartılır, burada da kişinin hareket alanı sınırlıdır.

İş hayatında ,eğitimde görülen bu tür sınırlamalar genel yaşamda da kendisini çeşitli şekillerde göstermektedir.Özellikle hukuksal alanda yapılmış olan düzenlemeler kişinin ,hak ve özgürlüklerinin nereye kadar olduğuna açıkça gösterir.Hak ve özgürlüklerin korunması açısından suç işleyen kişiler cezalandırılırlar, suça eşlik veya teşvik etme eylemleri yasal düzenlemelerle engellenmektedir, ifade özgürlüğü,basın ve yayın özgürlüğü,mülkiyet hakları, devlet- insan ilişkileri yasalarla kayıt altına alınmıştır, bireylere yasal sınırlar içersinde özgürlük tanınmaktadır.Hukuksal düzen kişi hak ve hürriyetlerinin kamusal ve toplumsal düzeni bozmayacak şekilde dizayn edilmiştir ve böylece toplumda belirli bir hiyerarşik düzen sağlanmıştır.Örneğin trafikte belirli kurallara uyulmadan hareket edilirse ,kaosun oluşacağından hareketle bir dizi yasal düzenlemeler hayata geçirilmiştir.Sınırlamalarla ilgili daha bu yönde pek çok örnekleri görmemiz mümkündür.

Yapılan tüm bu hukuksal ve toplumsal düzenlemeler, toplumların geçirmiş oldukları sosyo-ekonomik veya sosyo –kültürel evrelerin sonuçlarıdır ve o toplumun toplumsal gelişmişlik düzeyini imgeler. Her toplum , gelişme süreçinde kendine özel sosyo-politik bir sistem geliştirmiştir veya kendi sosyal ,kültürel koşullarına uygun , mevcud olan bir sistemi kendine örnek almıştır.Marksizm,Kominizm,kapitalizm, sosyalizm gibi sistemler veya totaliter sistemler farklı ‘’insan türü” farklı yaşam şekli ,farklı anlayış,farklı yönetim şekilleri üretmiştir.

Burada da görüldüğü gibi birey ,içinde bulunduğu sistem ile sınırlı konuma getirilmiştir. Sistemin görüş ve düşüncelerine uyum sağlayamayan toplumdan dışlanır veya türlü yöntemlerle “karantinaya’’ alınır.Demokrasinin yaygın olduğu ülkelerde göreceli de olsa insan hak ve hürriyetleri , düşünce ve ifade özgürlüğü sağlanmıştır.Doğal olarak bu kişisel özgürlük ,ancak devlet otoritesine helal getirmemek kaydıyla benimsenmektedir.

Sağlık alanında da birtakım sınırlamalar olduğunu görebilmekteyiz.Örneğin bazı hastalıkların tedavisi günümüzde mümkün olmamaktadır, bilim işte geldiği nokta itibarı ile ve teknolojik yetersizliklerinden dolayı sınırlıdır(örneğin çeşitli kanser hastalıkların tedavisi).insanın yaşlanma olayı günümüz tıbbın olanakları ile önlenememektedir, aynı şekilde ölümü durdurmak da olası değildir.Burada adeta Tanrısal düzene bağlı olarak , insan ömrü en fazla 120-130 yaşa kadar kısıtlanmıştır, tanrısal düzenek veya tanrısal emir daha doğrusu kutsal kitaplardan edindiğimiz bilgiler doğrultusunda yaşamın başlangıç ve bitiş noktaları Yüce Tanrı tarafından önceden belirlenmiştir .bu durum doğadaki diğer canlı varlıkların yok oluşu ve yok olanın yerine yenilerinin varoluşu savını savunan Darwinin evrim kuramına benzemektedir, Darwine göre evrende basit bir ifade ile ‘doğal bir temizlik’ süregelmektedir.

Bunun dışında değişik coğrafi şartlar ve ortamlara karşı insan fiziksel olarak da kısıtlıdır.Örneğin balta girmemiş ormanlarda ki gibi ortamlarda bulunmak, bir dağın en üst noktasına varabilmek,antarktikanın soğuk iklimine dayanabilmek , çöl sıcağına dayanabilmek gibi durumlarda ancak bu yörelerde doğmuş ve uyum sağlayabilmiş topluluklar yaşamlarını sürdürebilmektedirler, diğerlerinin yaşaması imkansız gibidir. Ayrıca mali imkansızlıklar içersinde olan bir kişinin istediği ölçüde hareket edebilmesi mümkün değildir, kişi imkansızlıklar nedeniyle sosyal ve kültürel etkinliklerde bulunamaz.

Siyasi ve ekonomik alanda da kişiler sınırlıdır. Örneğin serbest dolaşım hakkı çoğu ülkelerde vizeye bağlanmıştır.Ekonomik alanda güçlü olan devletler, güçsüz devletleri tüketim pazarı olarak görürler ,gelişmekte olan ülkelere mali ve ekonomik yardımı daima sınırlı tutarlar, kısmi olarak gelişmelerine yardımcı olurlar.Ülkelerarası siyasi ilişkiler de belirli kurallar içersinde işler.Dini, ekonomik ve ideolojik açıdan birbirine benziyen ülkeler arasında yakın bir işbirliği açıkça gözlenmektedir.Ötekiler için bu topuluklara girebilmek , onların refah seviyesinden pay alabilmek neredeyse imkansızdır.Türkiyenin Avrupa Birliğine girme çabaları sınırlama konusuna güzel bir örnek teşkil ediyor.Ayrıca ırka, etnik kökene bağlı çeşitli ülkelerde engeller, sınırlamalar vardır, bunların ayrıntılarına burada değinmek istemiyorum.

Tüm bu görüşler ve sınırlamalar ışığında insanın özgür olduğundan bahsedebilir miyiz? sormamız gereken diğer bir soru ise , acaba insana önceden biçilen elbiseler, uyulması istenen kurallar, kısıtlamalar, gruplar arası veya gruplar üstü egemenlik kurma istemleri , gereksiz bazı sınırlamalar, bizlerin doğal hayatını ne derece ve ne şekilde etkilemektedir ve bu önceden belirlenen sınırların demokratik ölçüler içersinde aşmanın imkanları var mıdır?

Eğer yaşamak istiyorsak önce yaşatmayı bilmeliyiz, hür yaşamayı istiyorsak , demokrasinin gereklerini hep birlikte yerine getirmeliyiz,hür ve demokratik ortamda atılacak her tohum
meyvelerini er geç verecektir. Sevgi, saygı, karşılıklı hoşgörünün hakim olduğu bir ortamda insanlar mutlu yaşarlar, eşitsizliğin önlendiği ve paylaşımın adil olarak düzenlendiği bir ortamda elbette herkes huzur bulacaktır.Ben bu yazıyı felsefi açıdan insanların içinde bulundukları bazen hissettikleri ve bazen farkına varamadıkları sınırlarının fark edilmesine ve bu yönde bilinçlenmesine katkı sağlamak amacı ile kaleme aldım.

Genelde insan hayatın kendisine huzur ve mutluluk verecek yönlerini nazarı dikkate alır, aksi taktirde kendisini mutsuz hissedebilir. Hayata pozitif bakma veya hayatın sadece olumlu yönlerini görmek istemi ilk bakışta bizi rahatlatan bir durum olsa dahi, realite olarak karşımızda duran her tür sınırlama veya bahşedilen kısmi özgürlükler, bizleri gayrı ihtiyari farklı düşünmeye yöneltmektedir.doğru olan da budur, zira düşünsel gelişme ancak farklı düşüncelerin sentezinden ortaya çıkar.

Yine de bizler umutlarımızı yitirmeden, aydınlık geleceğe doğru emin adımlarla yürümeliyiz.

Kanımca hayatta sınırlanamayacak tek şey duygularımızdır, bizlerin gülme,ağlama, sevme duygularını kimse kısıtlayamaz ve özellikle hayallerimize hiç kimse gem vuramaz.

Mutlu ve huzur dolu nice günlere…..

Not: bu konuda bana yazmak isteyenler için e-Mail adresim : hacik.poyraz@birkart.com

Yorumlar kapatıldı.