İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir avuc kaldılar

Birgül Özbarış

Sadece 200 Rum kaldı

‘Tek devlet, tek bayrak, tek millet’ anlayışı Türkiye’de, Türkler dışında diğer halklara yaşam hakkı tanımamanın temel sloganı oldu ve ‘Türkleştirme politikası’ uygulandı. Bu politikadan nasibini alan yerlerden biri de İmroz (Gökçeada) adası. Adada 1964 yılına kadar yaklaşık 10 bin Rum bulunurken, bu sayı günümüzde 200’e kadar düştü.

Ucuza kamulaştırma

Ada sadece Türkleştirilmekle kalmıyor, Rumlara ait topraklar yok pahasına istimlak edilerek ellerinden alınıyor. Atina’ya göç etmek zorunda kalan ve Paskalya Bayramı nedeniye Adaya gelen Dimitri Girgoryadi adlı Rum, 70 dönüm arazisinin çok ucuza istimlak edildiğini söylüyor. İstimlak edilen araziler ise Türklere veriliyor.

Rum evleri ve kiliseleri yok oluyor

Sabah akşam Çanakkale’den İmroz’a (Gökçeada) doğru sefer yapan eski feribota binerek yaptığımız 2.5 saatlik yolculuktan sonra, Kuzu limanı’na ulaştığımızda ilk gözümüze çarpan çorak topraklar ve yıkılmış Rum evleri oluyor.

Adaya adım atar atmaz Rum olmayan sakinlerin, geliş nedenimizi öğrendikten sonra ‘boşuna uğraşmayın Rumlar konuşmaz’ sözleriyle karşılaşıyoruz. Yine de yılmayıp Bozcaada ve Gökçeada Metropoliti Kirillos’u buluyoruz.

Krillos, söylenenlere yanıt verircesine Paskalya Bayramı hazırlıklarına rağmen Kilise kapılarını bize açıyor.

Krillos, ilk olarak İmroz’u bir süre önce ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a sundukları sorunları ve istemlerini içeren dosyadan bahsediyor. Dosyanın içeriğini sorduğumuzda Krillos, geçmişteki olumsuz örnekleri nedeniyle basına karşı temkinli olmayı da elden bırakmadan aktarmaya başlıyor. Kirillos, ‘Başbakan Erdoğan’a ilettiğimiz taleplerin arasında okullarımızın yeniden açılması ve Limni adası ile İmroz adası arasında bir gümrük kapısının açılması yer aldı. Ayrıca başlatılan istimlak ile ellimizden alınan evlerin durumuna ilişkin belirsizlik halen devam etmekte. Bu konudaki sorunlarımızla da ilgileneceğini söyledi’ diyor.

‘Dostluk ve barış istiyoruz’

Krillos’un anlatımlarına göre, 1964 yılına kadar İmroz’da yaklaşık 10 bin Rum bulunuyordu. ‘Şimdi kaç kişi var’ diye sorduğumuzda, ‘sadece 200’e yakın Rum var’ yanıtını alıyoruz. Metropolit Krillos, Rum okullarının ellerinden alınarak Türkleştirildiğine dikkat çekiyor. Krillos’un Adada dinler arasında bir birlik ve beraberliğin yaşanmasının radikal kesimleri rahatsız ettiğine dair sözleri dikkat çekici: ‘Eskiden hacı-hocalar bizim kapımızdan geçerken küfredip hakaret ediyorlardı.

Ama şimdi kilisemize gelerek bizimle sohbet ediyorlar. Bu da radikal kesimi rahatsız ediyor. Tabi ki hocaların buraya gelmesi Türkiye’de bir değişimin olduğunu gösteriyor’ diyor. Krillos bunları söylerken, harabeye dönen kiliselerin de yeniden faaliyete geçmesini istiyor.

‘Anadilimizi unuttuk’

Metropolit Kirillos’la görüşmeyi tamamladıktan sonra viraneye dönen Rum köylerine doğru yola çıkıyoruz. Tarihi mekanları ve taş yolları ile adeta zamana meydan okuyan köyler, bütün olumsuzluklara rağmen halen eski güzelliğini koruyor.

İlk olarak kendisine ‘Ekumenik’ unvanı verilen Ortodoks Patriği Bartholomeos’un köyü olan Zeytinliye gittik. Turistlerin uğrak yeri olan bu köy, diğer Rum köylerine göre harabe evlerinin daha az olması dikkatimizi çekiyor. Tabii Zeytinliye gitmişken Madam’ın yerine uğramadan da edemiyoruz. Yaklaşık 30 yıldır kurduğu küçük kahvesiyle göçle mücadele ederek adayı terk etmeyen Madam iki yıl önce vefat etmiş.

Şimdi eşi Yani Kadara çalıştırıyor. Özellikle mahkumların adaya getirmesinden sonra Rumların yoğun olarak Yunanistan’a göç ettiğini hatırlatan Kadara, savaş olmamasına rağmen topraklarının istimlak edilmesine ise halen bir anlam verebilmiş değil. İstimlakla birlikte 20 parsel tarlasına ve iş yerine el konulmuş. ‘Devlet el koydu, biz devlete karşı koyamadık ve Rumlar göç etti’ diyen Kadara, ‘Dilimizin yasaklanması, mahkumların buraya getirilmesi, topraklarımızın istimlak edilmesi ve askeriyenin kurulmasıyla birlikte yoğun göçler başladı.

Herkes kaçtı. Tabii çocuklarımızın Atina’da bizlerden uzak büyümesi ile birlikte anadilimiz de unutuldu. Bizler de burada kullanamadığımız için unuttuk ve ben şimdi Türkçe’yi Rumca’dan daha iyi kullanıyorum’ sözleri bir çığlığı andırıyordu. Ardından da eski günleri ararcasına köy meydanını göstererek, ‘Eskiden buralar insan doluydu. Bu köyün meydanı her gece eğlenceye tanık olurdu. Ama buralar şimdi vahim bir durumda’ serzenişinde bulundu.

‘Bu dünya hepimize yeter’

Kadara, Turgut Özal ve Adnan Menderes’ten olumlu bahsederken, Süleyman Demirel’e karşı ise sitem dolu. Siteme yol açan nedenleri Kadara anlattıkça öğreniyoruz:
‘Örneğin Süleyman Demirel, kendi akrabalarını evlerimize yerleştirerek evler ve oteller yaptı. Benim 20 parsel arazimin hepsine el koydular. Sonra beni çağırıp bir çay parası verdiler ama ben tenezzül etmedim. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı’na taahhütlü mektup gönderdim. Tapularımın olduğunu ancak arazilerimin ve iş yerlerimin Demirel tarafından akrabalarına hibe edildiğini söyledim.

Ancak bakanlık bana ‘mektubunuzu aldık’ diye bir yanıt gönderdi fakat aradan yıllar geçmesine rağmen hiçbir şey yapmadılar. Bizim buralarda kökenimiz 5 bin yıla dayanıyor.’

Virane köy…

Dereköy’de gördüğümüz tablo ise etkileyiciydi. Dereköy 1200 hanelik büyük bir köy. Ancak göçlerden sonra geriye 50-60 hane kalmış. Bazılarına Karadeniz Çaykara’dan köylüler ve Bölge’den gelen Kürtler yerleşmiş. Köyün girişinde harabe olan Rumlara ait okul var. Okulun duvarlarında yer alan büyük puntolu ‘Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir’, ‘Yüksek Türk Senin İçin Yükselmenin Hududu Yoktur’ yazıları dikkat çekici… Köy meydanına doğru ilerlediğimizde manzara daha da kötüleşiyor. Köyde konuşacak birilerini bulmak oldukça zor. Herkes tepkili ve kırgın. Konuşmak istemiyorlar.

Harabeler arasında ilerlerken bahçesi çiçek dolu küçük bir evin bahçesinde oturan Yani Baki adındaki köylü bizi evine kahve içmeye davet ediyor. Ardından da sohbet içinde bize sorunlarını anlattı. Baki, karşı tepeleri göstererek, ‘Bu ada da eskiden 5 zeytin 5 de kaşar fabrikası vardı. Her cumartesi gemiyi kaşar doldurarak Çanakkale’ye gönderirdik. Sadece Dereköy’de 1200 evde 3 bin kişi yaşardık. Şarap yapar, buğday ve arpa ekerdik. Bu dağların hepsi ekilirdi. 1964 yılından sonra harap ettiler. Mahkumları getirip serbest bıraktılar. Mahkumlar benim kafama silah dayadılar ve bu adayı terk etmemi istediler. Bizim bütün mal varlıklarımız ve evlerimiz alındı.’

‘Burayı özlüyorum’

Tepeköy’de yaşayan Yani Vanço’da 98 yaşında olmasına rağmen bizi görür görmez askerde kendisine ezberletilen künyeyi şöyle sıralamaya başlıyor: ‘Türkçe konuşmamız için zorlanıyorduk. Şimdi de bu marşları unutmuş değilim. 5 kızım 3 oğlum var. Ama hiç biri burada kalmadı. Bazıları Selanikte, bazıları Atina’da kalıyor. Buradaki okulları kapatınca çocuklarımızın hepsini oralara göndermek zorunda kaldık’ HABER MERKEZİ

Yorumlar kapatıldı.