İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yurttaş, soykırım ve devlet

Erol Özkoray

Almanya, 20. yüzyılın barbarlığı olan ve 1,5 milyonu çocuk toplam 6 milyon masum insanın Naziler tarafından endüstriyel yöntemle yok edildiği Yahudi soykırımı SHOAH’yı kabul ettikten ve özür diledikten sonra muhatap alındı.

Ülke uluslararası arenaya, Almanlar da insan içine çıkabildiler. Almanya’nın saldırganlığı ve yayılmacılığı sona ererken, Avrupa’ya kabul edildi, yeniden refah toplumu olabildi ve Avrupa Birliği’nin önemli ülkelerinden biri haline geldi. Unutulmaz sosyal demokrat lider Willy Brandt diz çöküp soykırım için özür dilerken -hem de Nazizm’e karşı daha ilk andan itibaren bayrak açmış müthiş yürekli bir kişi olmasına rağmen- hem Almanya’nın, hem de Almanların saygınlıklarını yeniden kazanmalarını sağladı.

Cellada karşı hayatı pahasına savaş açmış bir devlet adamı, onların işledikleri suçu ülkesi adına üstleniyor, kurbanların anısı önünde eğiliyor, onların ardında kalanların acısını paylaşıyor, bunu yaparken de yeni Alman kuşakların sağlıklı bir kafa yapısına kavuşmalarını sağlayacak pozitif eylemi gerçekleştiriyordu. Soykırım tanınarak toplumsal travmanın önüne geçiliyor ve ink‰rcılık yasaklanıyordu. Nazi Almanya’sı adına, onu reddeden Federal Almanya özür dilemişti. Bu aynı zamanda demokratik bir devletin yurttaşı için varolduğunu, onun hizmetinde olduğunu da kanıtlamıştı.

Osmanlı Devleti’nin Tal‰t’ın başkanlığında yaptığı Ermeni Soykırımı konusunda, Osmanlı’nın reddi üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti 90 yıl sonra ne yapıyor? Türkiye bugün, Osmanlı’nın mirasını, tarihi çarpıtıp üstleniyor, ink‰rcılık politikası uyguluyor, Tal‰t’a sahip çıkıyor, soykırım olmamıştır demeye cüret edebiliyor ve bunu resmi devlet politikası haline getiriyor. Bu tavrı ile Türkiye hem Atatürk’e ihanet ediyor, hem soykırım suçuna ortak oluyor, hem de devlet, yalana dayalı politikasına alet ederek yurttaşlarını soykırımcı bir ulusun bireyleri konumuna düşürüyor. Ermeni Soykırımı tartışılmaz bir tarihi gerçek olduğuna göre bu durumda sorulması gereken sorular şunlar: Devlet ne hakla bizlerin sırtına ‘soykırımcı’ yaftasını yapıştırabilir? Irkçılığın ne olduğunu bile bilmeyen bu ülke yurttaşları bundan daha büyük bir aşağılanmaya maruz kalabilir mi?

Türkiye 30 yıldır sürekli olarak mızrağı çuvala sığdırmaya çalıştı: Devlet, soykırım olmamıştır, aslında Türkler soykırıma uğratılmıştır dedi (1975); onlardan ölen varsa bizden ölenler daha çoktur diye devam etti (1980); savaş sırasındaki ayaklanma bastırılmış, güvenlik açısından Doğu cephesindeki Ermenilere tehcir kararı uygulanmış ve yaklaşık 300.000 Ermeni sağlıksız koşullar sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir diyerek yeni ilaveler yaptı (1984); zorunlu göçün planlı, organize ve sistematik olduğunu reddederek ölen Ermenilerin sayısını 600.000 kişiye kadar çıkarttı (1990); soykırım tamamen tarihi bir uydurmadır, bu olaylar olmamıştır, aslında öldürülenler Türktür diye 30 yıl önceki noktadan daha bile geriye döndü (2005).

Resmi tez kendi içinde de birçok çelişki taşıyarak sonunda Türkiye’nin köşeye sıkışmasını hızlandırdı. Artık, ink‰rcılığın bir fikir olmadığını, dolayısıyla bu konunun ifade özgürlüğüne girmediğini bilmek gerekiyor. Bundan böyle Türkiye’nin ink‰rcı sözde aydınları ve sözde seçkinlerini Avrupa’da hukuki yaptırım bekliyor. Bu yönde yeni bir kanun teklifi de Belçika Parlamentosu’na sunuldu.

1915 olaylarında karşılıklı katliamlarda Kürtlerin de rol oynadığı biliniyor. Yalnız Kürtler 1984 yılında Ermeni kurumlarının ABD’de yaptıkları geniş katılımlı çok önemli bir toplantıda özür diledikleri için affedildiler ve tarihin dayanılmaz ağırlığından kurtuldular. Peki, Türklerin durumu ne olacak? Üçüncü ve dördüncü kuşak Türkler, Avrupa’da, Nazi torunlarıymış gibi bir muamele görmeyi ne hak ediyorlar, ne de bunu kabul edebilirler.

Bu noktada devletin devreye girerek yurttaşını düşünerek politika üretmesi, tarihi gerçekleri kabul ederek özür dilemesi gerekiyor. Tabi şu sorular da gündeme geliyor: Bu devlet kimin devleti? Devlet yurttaşına hizmet için mi var, yoksa kendi çıkarı -ne çıkarıysa?- her şeyin üzerinde mi? Bu soruların cevabı aynı zamanda Türkiye’deki siyasi rejimin ve oligarşik sistemin gerçek işlevini de iyot gibi açığa çıkarıyor. Kısaca Ermeni sorununu çözmek için önce devleti demokratikleştirmek gerekiyor.

ndisine Ekvador halkı tarafından son seçimlerde teslim edilen iradeye ihanet etmiştir. Bu irade ulusal egemenliğin ve doğal kaynakların korunmasını, ekonominin eşitlik temelinde canlandırılmasını ve barışa bağlılığı öngörüyordu. Bunun yerine Lucio Gutiérrez hükümeti Uluslararası Para Fonu ile bir anlaşma imzalayarak ulusal çıkarlara aykırı davrandı. Bu anlaşma, petrol, elektrik, iletişim ve su gibi doğal kaynakların özelleştirilmesini; emek piyasalarının işçiler tarafından kazanılmış olan tüm hakları ortadan kaldıran bir biçimde serbestleştirilmesini; en yoksul Ekvadorluların vergi tabanına dahil edilmesini ve göçmenlerin vergilendirilmesini öngören mali reformları; sosyal güvenlik sisteminin dış borçların ödenmesi amacıyla aslında sosyal güvenliği yok edecek biçimde reforma tabi tutulmasını öngörmektedir. Bütün bu önlemler hükümetin her türlü toplumsal ve yeniden-bölüşümcü siyaseti reddederek, öğretmenleri, sağlık emekçilerini ve kamu çalışanlarını kendi toplumsal çıkarlarını zora dayalı yöntemlerle korumak zorunda bırakan bir toplumsal çatışma ortamında gerçekleştirilmektedir.’ Bu bildiriyi bir tarafa yazın ya da kesin. Üstüne Meksika, Brezilya, Kore ve tabii ki Türkiye diye yazarak her zaman kullanabilirsiniz.

Neoliberalizmin yoksullaştırıcı, yok edici politikalarını anlatmak için başka hiçbir değişikliğe ihtiyaç yoktur. Aa bi de kenarına başkanları nisan ayında çatılara tırmandıran sokakları yazmayı unutmayın.

Yorumlar kapatıldı.