İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Tarih disiplininin temel metotlarına´ dikkat çeken bir bildiri (3)

Kürşat Bümin

TTK Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu’na karşı İşviçre’de başlatılan girişimin Türk tarihçileri nasıl “ayağa kaldırdığından” söz ediyorduk… 353 tarihçiden oluşan bu “tarihçiler ordusu” yayınladıkları bir bildiride önce Ermeni tehcirinin tarifini yapmışlardı. Bu tarife dünkü yazıda kısaca değinmiştik. Bu tarif, bugüne kadar dinlediğimiz “resmi tarif”in aynısıydı. Bayağı “pratik” bir yol doğrusu; demek ki bu ülkede tarihçilerin katkısı olmadan da tarih yazılabiliyor!

Bugün de önümüzdeki bildiriyi incelemeyi sürdürüyoruz:

Bildiri, bir “tarihçiler bildirisi”nde yer almaması gereken epeyce “militan” bir bölüm de içeriyor. Bildirinin bu bölümünde Türkiye’deki bazı tarihçiler hedef alınıyor: “…Türkiye’de kendi tezlerini savunacak yandaşlar bulma çabasına girişmiş ve sayıları az da olsa maalesef bazı destekçiler sağlayabilmiştir…”

Ne tuhaf, ne şaşırtıcı, ne yakışıksız sözler bunlar böyle… Niçin “maalesef”, niçin “destekçiler”?

Eğer bu 353 tarihçi “Bizim işimiz tarih, geçmişte ne olup bittiğine ancak biz karar veririz!” diyerek ortaya “Tarih” adına atılmışlarsa, bu tarihçilerin kendileri gibi düşünmeyen tarihçilerden bu sözlerle söz etmeye hakları var mı? Madem ki “Tarih bilimine başvuralım” diye ortaya çıkılmıştır, o halde bırakın sizin gibi düşünmeyen, geçmişi sizin gibi okumayan başka tarihçiler de işlerini yapsınlar… “Senin anlattığın tarih doğru değil, benim anlattığım tarihi dinle!” diyerek meslektaşlarını “destekçiler” olarak niteleyen bir “tarihçi ordusu”nun sözüne ne kadar güvenilir?

Çok üzücü, ülkenin kültür hayatı açısından çok umut kırıcı bir manzara bu doğrusu… Hadi yazıya yine iyimserliğimizi koruyarak devam edelim: Belki de bu 353 tarihçinin bir bölümü bildirinin içeriğini görmeden imzalarını vermeyi kabul ettiler.. Olamaz mı? Yoksa nasıl açıklarız; bir dönem benim de içinde olduğum bir televizyon programında iki kez konuğumuz olan ve imkan olsa on iki kez daha konuk edip dinlemekten zevk alacağımız kesin olan Prof. Ahmet Yaşar Ocak gibi bir tarih profesörünün bu bildiriye tıkıştırılmış bir takım malumat ve bunun üzerine inşa edilmiş bir takım “fikirler”in altına “tarih bilinci” ile imza atmasını yoksa nasıl açıklarız?

353 tarihçi, “Ermeni tezlerini destekleme ve bu doğrultuda görüş ortaya atma talihsizliğini gösteren bu kişiler”in niçin tarihçi sayılmamaları gerektiğini şöyle temellendiriyor:

“1915 olaylarının ve tehcirin en önemli bilimsel kaynağı olma kimliğini yaşıyan (? K.B.) Osmanlı Arşivleri’nden içeriye adım atmamaları, konuyla ilgili belgeleri okuyacak Osmanlıca bilgisine sahip bulunmamaları ve yine konuyla ilgili olarak bugüne kadar hiçbir bilimsel yayın yapmamaları…”.

Ne kadar “talihsiz” bir açıklama bu böyle… Sanırsınız ki “açıldı-açılmadı” tartışmaları halen süren Osmanlı Arşivleri’ne girip çıkan bu tarihçiler bugüne kadar ortaya konuyla ilgili onlarca “bilimsel yayın” koymuşlardır… Konunun çok ihmal edildiğini, bugüne kadar yeterli çalışmanın yapılmadığını daha geçenlerde itiraf eden bizzat TTK Başkanı değil miydi? Zaten dikkat ederseniz, “bildiri” de bir biçimde bu gecikmeyi şu sözlerle ifade etmiyor mu: “Türk tarihçileri, (…) çektikleri bütün zorluklara rağmen, yıllardan bu yana tehcirle ilgili gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışmakta ve bu çalışmalarına kısıtlı imkânlarla devam etmektedirler.”

Ayrıca çok önemli olarak, “bildiri”nin sözü edilen bu alanlara ( “Arşivler” ve “Osmanlıca bilgisi”) yabancı olan tarihçilere “tehcir” konusunda araştırma yapma yasağı getirmesi de anlaşılır gibi değildir. Değildir, çünkü tartışmaya konu olan “tehcir” Osmanlının “klasik dönemi”ne ilişkin bir olay değildir. “Tarih” açısından daha “dün gibi” olan bir dönemi, çok az da olsa kahramanlarının bir bölümünün hâlâ hayatta olduğu bir olayı tartışmıyor muyuz? Ayrıca “techir”i konu alan hemen her dilden çalışmaların dünya kütüphanelerini doldurduğunu ve bu arada bu konuda en az yayının Türkçede yapıldığını bilmiyor muyuz?

Dolayısıyla 353 tarihçinin elde birkaç çalışma ile ortaya çıkıp ille “Bu işin sırrını ancak arşivlere girebilen ve Osmanlıca bilen biz biliriz!” diyerek dünyaya meydan okuması ne derece inandırıcıdır? Madem öyle, eğer bu iş o kadar kolaysa bu 353 tarihçi Osmanlıca bilgileri ile arşivlerden topladığı bilgilerle, bizzat tehcire uğramış Ermenilerin bizzat kaleme aldığı hatıraları, yani “canlı tarih” çalışmalarını çürütsünler bakalım… “Tarih”te böyle bir “metot” var mı? “Arşivler”in “tanıklıkların”, “canlı tarih”in karşısına çıkarıldığı bir metot var mı?

Yazıyı bitirmeden, “bildiri”yi imzalayan 353 tarihçiye şöyle bir çağrıda bulunmanın da yerinde olacağını düşünüyorum: Madem “Osmanlı Arşivleri” ve “Osmanlıca bilgisi” bu işte de bu derece belirleyicidir, o halde gecikmeden ve yine toplu olarak, yarından tezi yok bir “bildiri” daha yayınlasınlar. Ama bu kez bildirinin başlığı şöyle olsun: “Biz aşağıda imzaları bulunan tarihçiler, Osmanlıca bilgisini tarihin derinliklerine gömerek Osmanlı Arşivleri ile bağımızı kesen uygulamaları onaylamıyor ve bu ‘kesinti’nin bir an önce onarılması için bu dilin okullarımızın ders programlarına dahil edilmesini istiyoruz!”

Bakalım o zaman 353 imza kaça iniyor!

Yorumlar kapatıldı.